Fıtraten mütebessim bir çehreye sahibim. Ancak okuya okuya, araştıra araştıra, dünyada olup bitenleri öğrene öğrene bu hasletim git gide kayboldu. Selahaddin Eyyûbi’yi daha iyi anlamaya başladım. Bu İslâm kumandanı da devamlı düşünceli ve asık çehreli imiş. Kendisine, “Sünnet olan, beşuş çehreli olmak… Siz niçin hiç gülmüyorsunuz?” diye sormuşlar, “Kudüs işgal altındayken nasıl gülebilirim!” demiş.
İslâm dünyasının mühim kısmı alenî, ya da örtülü işgal altında. Olup bitenleri görüyorsunuz. Son kale Anadolu’muz, tarihte hiç olmadık şekilde taarruz altında. Düşman dört bir yanımızı sarmış vaziyette. Bu atmosferde her yanımız yine tarihte görülmemiş şekilde hain kaynıyor.
Bizler 80 küsur milyon T.C. Vatandaşı evlerimizde rahatça oturuyoruz, uyku uyuyoruz. Bizler rahat döşeklerimizde yatarken, uyumayanlar var. Fırsat bulduğu anda saldırmak için fırsat kollayan düşmanlara ve teröristlere karşı pür dikkat bekleyenler var. Kahraman askerlerimiz, emniyet mensuplarımız, istihbarat görevlileri… Onlar çok şerefli bir görev yapıyor. Bu görevde iken de şehit olanlar oluyor. Rabbimiz (c.c.) Kur’an-ı Azimüşşan’da şehitlere “ölü” dememizi yasaklıyor. Çünkü onlar gerçekte diridirler. Bambaşka bir hayat mertebesinde yaşamaya devam etmektedirler. Ancak onların bir kısmı, göğüs göğse çarpışırken şehit olurken, bir kısmı da Irak’ın Gara bölgesinde şehit olan 13 kahraman gibi, kalleş ve canavar kimseler tarafından hunharca, işkence yapılarak şehit ediliyorlar.
Yüreğimiz yanıyor. Söylenecek çok söz var. Ancak bu hâdise de göstermiştir ki artık sözün bittiği yerdeyiz. Bundan böyle icraat zamanıdır. Kur’an-ı Kerim’i açıp okuyun. Rabbimiz bizlere kısas hakkı vermiştir. O kahramanları şehit eden taşeron örgütün mensuplarına da, onların tasmasını tutan efendilerine de hesap sorulmalı ve o kahramanlara yapılanların bedeli ödetilmelidir.
Düşünün siz, asker, polis, istihbaratçı 13 kahramandan bazıları altı yıla yakın o teröristlerin elinde. 30 metrekare yerde tutuluyorlar ve nasıl bir muamele gördüklerini de az çok artık herkes tahmin edebiliyor. Siz, biz, hepimiz, kendimizi onların yerine koyalım. Şunu unutmayalım, bizler bugün ailemizle emniyet içerisinde oturuyorsak, işte o kahramanların ve onlar gibi fedakârların sayesindedir.
Hâdiseyi öğreneli beri tadım tuzum yok. Hangi birini sayalım; dünya çapındaki bu hâdiseye, bu kalleşliğe dünyanın sesiz kalışına mı, bazılarının “köy yanar kahpe taranır” misali tavrını mı, “Her 13 kişi öldürüldüğünde öyle ulusal yas olmaz!” deyip de ardından pişmiş kelle gibi sırıtanı mı?..
Bizim şehirde “14 Şehit Anıtı” var. Kimdir bu 14 şehit? Kurtuluş Savaşı verdiğimiz esnada, Şahin Bey mücahitlerle birlikte Kilis-Antep yolunu tutmuş. Düşmana geçit vermiyor. Şehre haber gelir: Mücahitlerin yiyeceği tükenmiş, diye… Derhal hazırlık yapılır, güçlükle temin edilen yiyecekler bohçalara sarılır, 14 çocuğun sırtına bağlanır, bu çocuklar yola çıkar. Elmalı Köprüsü’nün olduğu yere geldiklerinde olup biteni gözyaşları içerisinde görürler. Şahin Bey şehit edilmiş, mücahitler o bölgeyi terk etmişlerdir. Bu 14 yavrucağız, Dokurcum Değirmeni’ne sığınarak geceyi orada geçirmeyi ve ertesi sabah şehre dönmeyi düşünürler. Değirmene girerken düşman, yani Fransız askerleri onları görür. Yakalayıp ellerini kollarını bağlarlar. Zalim oğlu zalimler! İşte esir aldınız, beynelmilel savaş hukukunun gereğini yerine getirsenize!.. Hayır, öyle yapmıyorlar. Silahları olmayan, elleri kolları bağlı bu yavrucağızları oracıkta kurşuna diziyorlar. Can vermemiş olanları da hunharca süngüleyerek şehit ediyorlar. Tıpkı Gara bölgesindeki mağarada 13 canımıza yaptıkları gibi…
Bu yapılanlar unutulmamalı. Unutulmayacak. Sözün bittiği yerdeyiz. Ancak biz yine Mehmet Âkif’imizin lisanıyla sözümüzü söyleyelim: “Ey şehit oğlu şehit! İsteme benden makber! / Sana âğûşunu (kucağını) açmış duruyor Peygamber!”
Bütün şehitlerimize selam olsun. Onların dava arkadaşlarının ve bütün yakınlarının başları sağ olsun. Biz inanıyoruz ki onların kanları yerde kalmayacaktır.