Koronavirüs çıktı çıkalı, bütün dünyada “vaka sayısı” ve “ölüm sayısı” günlük olarak yayınlanır oldu. Bütün dünya bir anda ölümü hatırladı. Ölümü ve ahireti hatırlamak, insanların aslî vazifesi olmalıydı. Ancak insanlık “ölüm hakikatini” unutmuş, azgınlaşmıştı. Bir anda neye uğradığını şaşırdı.
Bütün insanlar, ölümü ve hayatı yaratan Allah-u Azimüşşân’ı da unutmuştu. “Bütün insanlar” dedik, buna Müslümanlar dâhildir. Müslümanların bir kısmı, Allah-u Teâlâ’yı, layık olduğu şekilde zikretmiyor, tazim etmiyor, Allah’ın hükümlerinin hâkimiyetini düşünmüyor, beşerî sistemleri Allah’ın sistemine tercih ediyorlardı. Bütün insanlar gibi Müslümanlar da koronavirüs sebebiyle şok oldu, düşünmeye başladı.
Gerçekte her an Rabbimizi düşünmemiz, onun huzurundaymışçasına edepli davranmak durumundaydık. İhmal ettik, gaflete daldık. Oysa Rabbimiz bin bir esmasıyla, ef’aliyle, sıfatlarıyla şuûnatıyla her an tecellideydi. İnsanların simasında, her bir çiçekte, her bir otta, ağaçlarda, dağlarda, taşlarda, yıldızlarda, galaksilerde, zerreden şemse kadar bütün mevcudatta O’nun vahidiyet ve Ehadiyet mührü vardı. Her bir insanın simasında vahdet mührü vardı. Hiçbir insanın siması diğerine benzemiyordu. Hatta hiçbir insanın sesi, parmak izi, DNA’sı diğerine benzemiyordu. Rabbimiz Ehadiyet mührünü bütün mevcudata vurmuştu. Yeryüzünü rengârenk çiçeklerle, çimenlerle donatmıştı. Zahiren birbirine benziyorlardı. Ancak hiçbir çimen diğerine benzemiyordu. Hiçbir sarı çiçek diğerine benzemiyordu. Hatta hiçbir kar tanesi diğerine benzemiyordu.
Kâinatı yaratan, melekleri, cinleri yaratan, daha sonra Âdem Aleyhisselamı, onun ve Havva validemizin sulbünden insanları yaratan Allah-u Teâlâ, “yeryüzünün halifesi” olarak yarattığı insanlara esmasını da öğretmişti. 124 bin Peygamberin bir görevi de muallimlikti. İnsanlara Allah-u Teâlâyı layıkıyla tanıtmaktı. Peygamberler hem insanlara Allah-u Teâlâ’yı tanıttılar, hem de insanları Allah’ın koyduğu hükümlerle yönettiler. Bunun için mücadele verdiler. Bu dünya Allah’ın mülküydü ve Allah’ın mülkünde de Allah’ın hükümleri geçerdi, geçmeliydi.
İnsanların ekseriyeti Allah’tan gafil şekilde yaşadı. Günümüzün insanları da öyle. Kimisi güneşe taptı, kimisi ineğe taptı, kimisi de putlara, ya da putlaştırdıkları sistemlere… Kimi kadını, kimi parayı, kimi futbolu, kimi şöhreti, kimi kendisine üç beş kuruş vereni ilah edindi… Bir futbol maçına gidip sekiz saat stadyumda kalanlar, takımları için hayatını feda edecek duruma gelenler, kendilerini Yaratan’ı, ölümlerinden sonra diriltecek olanı, yani Allah-u Azimüşşân’ı hiç hatırlarına getirmediler.
Korona, insanlara ölümü hatırlattı. Ölüm nedir? Ebedî hayatın başlangıcıdır. Âhiret hayatına geçiştir. O çok korkulan ölümü yaratan da, hayatı yaratan Allah-u Teâlâ’dır. Bizim dünyaya gelişimizde ve hayat rengine bürünüşümüzde ne dahlimiz var? Bir damla meniden insanı yaratan, önce kan pıhtısı halinde ana rahmine yerleştiren, sonra bir çiğnem et haline getiren, sonra kemiklerini ve diğer azalarını yaratan, sonra o vücuda ruh üfleyip hayat veren, dünya sahnesine çıkartıp, Kadir ve Hakîm isimleri başta olmak üzere bin bir esmasıyla üzerine tecelli eden, Rahman ve Rezzak isimleriyle yaşaması için gerekli bütün ihtiyaçlarını hazır eden Erhamürrahimin olan Rabbimizi düşünelim, unutmayalım.
Allah’ı bulan, saadet-i dareyni, yani iki dünya saadetini elde etmiş demektir. Onu bulana hayat da hoş, ölüm de hoştur. En güzel ölüm, onun yolunda can vermek, İ’lâ-yi Kelimetullah uğruna şehâdet şerbetini içmektir. O şehit ve gazi atalarımız bunun lezzetini tatmışlardır.
Rahmetli Karaca dedem, beş vakit namazını camide kılardı. Eve geldiğinde de nafile namazını kılar, ya Kur’an-ı Kerim okur, ya eline tespihini alıp zikrederdi. Sık sık da, “Allah! Daim Allah!” derdi. Bu “vird-i zebanı” hâlâ kulaklarımda çınlar.
Kimi insan ırkı için, kimi hizbi için, kimi mensubu olduğu topluluk için, kimi tuttuğu futbol takımı için çalışır, hatta canını feda edecek hale bürünür. Müslüman ise Allah için çalışmalı, Allah adına muhabbet etmeli, Allah adına buğz etmeli, Allah’ın hükümlerini hâkim kılmak için gayret etmelidir. Bütün insanların muallimi, “başöğretmeni” olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bizlere bu dersi vermiş, bu yolu göstermiştir. Onun gösterdiği yol ne güzel… Ölümü ve hayatı yaratan, öldükten sonra bizi diriltecek ve biz müminleri lutfuyla cennetine koyacak olan Allah-u Teâlâ’yı sevmek ve yolunda yürümek ne bahtiyarlık… Öyleyse her daim “Allah!” diyelim. Allah’ın yolunda yürüyelim…