Her insanın bir hobisi, sevdiği bir uğraşı, bir sevdası, bir ideâli var. Benimkisi de yazmak, araştırmak… Arının yüzlerce çiçekten toz alıp İlham-ı İlâhî ile bal yapması gibi, yüzlerce kitapların arasına gömülüp faydalı bir eser ortaya koymak… Koyunun türlü otları yiyip sâfi ve bembeyaz süt vermesi gibi tertemiz ve sağlıklı bilgileri şimdiki nesle ve gelecek nesillere ulaştırmak…
28 Şubat post modern darbesi yıllarında, camilerde bile çocuklara yaş sınırlaması getirilip güzel dinimizi öğrenmenin önüne set çekilince ofisimi mahallenin çocuklarına açmış, onların güzel dinimizin temel esaslarını ve Kur’an-ı Kerim okumasını öğrenmeleri için gayret sarf etmiştim. Bu çalışmalarımız üç sene boyunca her yaz tatillerinde devam etti. İşte o günlerde müşahede ettim. Çocuk 10-12 yaşına gelmiş, daha Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şehadet söylemesini bilmiyor. Temel dinî bilgilerden habersiz. Ağlanacak bir hal. İşte o sıralar karar vermiştim, bu masum yavrucuklara ve gençlerimize temel dinî bilgileri öğretecek eserler telif edecektim. Kütüphanelerimizdeki hazineler değerindeki Osmanlıca ve Arapça eserleri, âlimlerimizin günümüzde unutulmaya yüz tutmuş eserlerini bu gençlerimizin istifadesine arz edecektim.
Ülkemiz, tarihiyle de dünyada müstesna yere sahiptir. Ancak ne tuhaftır, bu ülkede yaşayanların büyük ekseriyeti bu ülkenin tarihinden, tarihî hâdiselerden, tarihimizdeki değerli şahsiyetlerin tarihçe-i hayatlarından habersizdi. Doğru tarihi, büyüklerimizi, şehitlerimizi, zaferlerimizi, bize moral değerler kazandıracak bilgileri insanlarımıza aktaracaktım.
Yurt dışında yaşayan, orada doğup büyümüş yüz binlerce yavrumuz var. Bunların dinimizi, dilimizi, tarihimizi, kültürümüzü, bizi biz yapan değerleri güzelce öğrenmeleri, köklerinden kopmamaları gerek. İşte bir adları da “gurbetçi” olan o kitleye hitap edecek eserler telif edecektim.
Rabbim lütfetti, bu saydığım temel esaslar çerçevesinde eserler telif ettik. Bunlardan bazılarının “ticârî piyasası” yok gibiydi. Bu bakımdan yayınevleri bu eserleri basmaktan istinkaf ediyorlardı. Peki ne yapacaktık? Bir arkadaşımın sıklıkla telaffuz ettiği gibi, “Arabaya taş koyduk, biz bu yola baş koyduk” deyip, o eserler için kendi imkanlarımızı seferber edecektik. Teliflerden elimizde kalanlarla o nevi kitapları bastıracaktık. Meselâ, “Kurtuluş Savaşı’nda Gaziantep”, “Kurtuluş Savaşında Gaziantep’in Çocuk Kahramanları”, “Üç Kahraman: Sütçü İmam, Şahin Bey, Karayılan” kitaplarını böyle bastırdık. Peki, evin birçok ihtiyaçlarını görmezden, 22 yaşındaki Safa Bey’in (Bizim araba) orasından burasından ses gelmesini duymazdan gelip, tamirini, bakımını öteleyip niçin varımızı yoğumuzu bu kitapların basımına harcamıştık? Şahsen bunu “Kurtuluş Mücadelesine” bir katkı olarak düşünmekteyim.
30-40 yıldan beri yazıp çiziyoruz: Geçen asrın başında ülkemizi işgal etmiş olan “düşmanlar” aç kurtlar gibi tekrar ülkemizi işgale yeltenmekteydiler. Son derece dikkatli ve uyanık olmalıydık. Bu ülkede yaşayan herkes evvela o günlerde yaşananları unutmamalı, bütün safhalarını bilmeliydi. Sonra geçmişteki bu hâdiselerden ders alarak hazırlıklı ve temkinli olmalıydı. Bu yayınladığımız kitaplardan birinde yaklaşık 40 yıl önce gâzilerimizle yaptığımız röportajlara da yer vermiştik. Onların anlattıkları çok çok mühimdi. Günümüzde yaşayanlar onların anlattıklarını dinlemeli, ibret almalıydı. Gel görelim, insanlarımızın bu konulara duyarsızlıkları, konuyla ilgilenmeleri gerekenlerin ilgisizlikleri insanın moralini bozacak, şevkini kıracak seviyede idi. Gözlerini kırpmadan şarkıcılara yüz binlerce lirayı veren belediyeler bu gibi eserleri almaktan geri duruyorlardı. Ancak onların bu ilgisizliği de moralimizi bozmayacaktı. Başlıkta da dediğimiz gibi, “arabaya taş koyduk, biz bu yola baş koyduk.”