?>

Bu Kadar Yalanı Nereden Buldun?

Burhan Bozgeyik

2 yıl önce

Meşhur edebiyatçımız merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu ile defalarca sohbet etmiş, röportajlar yapmıştım. Bir defasında Silivri’deki yazlığındaki görüşmemizde şu hatırasını anlatmıştı:

“Kitaplarım peş peşe yayınlanmaya başladı. Tanınmaya başlamıştım. Çıkan kitaplarımı babama gönderdim. Memlekete gittiğimde babama, kitaplarımı nasıl bulduğunu sordum. Bana şöyle dedi: ‘Oğlum güzel yazmışsın da bir şeyi merak ettim, bu kadar yalanı nerden buldun?’”

Sepetçioğlu’nun roman türündeki eserleri; Kapı, Kilit, Çatı, Konak diye sıralanmaktaydı ve Selçuklu tarihini anlatmaktaydı. Babasının dediği haklıydı, zira Selçuklu’nun bilhassa ilk devirlerine ve sonraki devirlerine dair kaynak bulmak zordu. Zira Moğol istilası zamanında o kaynaklar târumar edilmişti. Hâkeza Osmanlı’nın ilk devirleri için de durum böyle idi. Yine Moğol âfetinden arşivler de nasibini almıştı ve o devre ait kaynak bulmak çok zordu.

Merhum Yavuz Bahadıroğlu (Niyazi Birinci) ile aynı gazetede çalışıyorduk. Bir gün bana, Osmanlı’nın ilk devirlerini romanlaştıracağını, Osman Gazi, Orhan Gazi ve diğer padişahların hayatını roman şeklinde yazacağını söyledi ve bana elimde kaynak eser varsa vermemi istedi. Ben de kendisine, o devirle ilgili kaynak bulmanın çok zor olduğunu, Moğol istilasında arşivlerin yakıldığını söyledim. Kütüphanemdeki bir kitabı kendisine verdim. Bu aslında bir broşürdü. Meşhur tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’nın Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıl dönümlerinden birinde Domaniç’teki merasimde yaptığı konuşma broşür haline getirilmişti. Konyalı merhumla çok iyi ahbab olmuştuk. Aynı gazetede yazıyorduk. Haftada bir Harem’de denize nâzır evine gidip yazısını alıyordum Osmanlıca yazıyı günümüz harflerine çeviriyordum. Merhum Yavuz Bahadıroğlu, o broşürden üç roman çıkardı.

Günümüzde televizyonlarda bir tarihî film furyası başladı. Bunlara bakınca aklıma Sepetçioğlu’nun babasının söyledikleri geliyor. İmam Hatip’te Farsça hocamız, “Kim okur Farisî, gitti aklının yarisi” derdi ve devam ederdi, “Farsça değil mi, uydur uydur söyle!” Hocamız bir de Nasreddin Hoca’dan bir misal getirirdi: “Nasreddin Hoca’ya; ‘Hocam sen Farisî bilir misin?’ demişler. ‘Bilirim’ demiş ve peşinden döktürmüş: ‘Dünya dediğin bir değirmendir, fıldır fıldır dönerest / Lale sümbül libas bulmaz giymeye, acı soğan kat kat libas giyerest!”

Bizim tarihî dizi film yapımcıları da tarihî kostümler giydirmekle, at koşturmakla, dövüş sahnesiyle işin tamam olduğunu zannediyor. Bir defa işin fıkhî boyutu var. O ayrı bir konu. İkincisi, sultanların hanımlarını, mühim zatların, komutanların, şehzadelerin hanımlarını herkes görüyor. Meselâ Tuğrul Bey’in hanımı yanından hiç ayrılmıyor. Gören de “paralel devlet” zannediyor. Namahrem olanlar geliyor, Sultan’ın hanımını da görüyor. Öte yandan Sultan’ın hanımı da olsa devlet işleriyle bu kadar içli dışlı olmaları doğru mu? Bütün bunlar tarihî gerçeklerle örtüşmemektedir. İşin doğrusu, böyle bir sahne hiç olmamıştır. Bundan ayrı bazı sahneler insana saç baş yoldurmaktadır. Alpaslan’ın hanımı hâin babasının kendisine yazdığı mektubu kocasından gizliyor ve babasıyla buluşmaya gidiyor ve Ermeni tekfurunun tuzağına düşüyor. Böyle bir şey olabilir mi? Yakalanan hâinler defalarca kaçıyor. Hâinler Sultan’ın burnunun dibine kadar geliyor, en mahrem yerlere giriyor. Bu mümkün mü? Bu şekilde hâinlerin cirit attığı bir devlet payidar olabilir mi, bu kadar muvaffakiyetler elde edebilir mi? Devlet dediğin, devlet hizmetinde bulunacakları kılı kırk yararcasına seçer. Onu bebekliğinden itibaren ve yedi sülalesini, ahlâkî durumunu inceler, defalarca testten geçirir, öyle devlet hizmetine alır. Ciddi devlet adamları devlet sırrını en yakınlarına da söylemez, gizler. Fatih Sultan Mehmet, “Şayet sefer için nereye gittiğimiz sakalımın bir teli bilmiş olsa, onu keser atarım” demiştir. Yavuz Sultan Selim de yine sefer hazırlığı yapıldığı sırada kendisine nereye gidileceğini soran vezirine, “Sır saklamasını bilir misin?” diye sormuş. “Bilirim!” cevabını alınca, “Ben de!..” demiştir. Bizim Anadolu’da, hanımlara “elinin hamuruyla erkek işine karışma!” denilir. Devlet idaresi de “erkek işi”dir. Suçluklu ve Osmanlı sultanları bunu bilmiyorlar mıydı? Daha neler var. “Yahu filmdir deyip geç git!” diyebilirsiniz. Ancak öyle değil. Zihinlerde derin izler bırakıyor ve nice subliminal mesajlar veriliyor. Belki de maksat bu…

YAZARIN DİĞER YAZILARI