Bizler uzun bir seferdeyiz. Yani yolculuktayız. İlm-i İlâhi’den sonra âlem-i ervahta başlayan yolculuğumuz bu dünya hayatında devam ediyor. Bu dünyadaki yolculuk kısmını tamamladıktan sonra yolculuğumuz devam edecek. Kabir hayatı da denilen berzah âlemi, derken haşir meydanı, oradan sırat köprüsü ve İnşeAllah biz mü’minler için yolculuğumuz cennette noktalanacak. İşte bu uzun yolculukta zâd ve zahire, yani azık, en başta bilgidir. Bilgi sahibi olan bu uzun yolculuğu sühuletle tamamlayacaktır. Yani bu yolculukta bilgi şart. Bilgi sahibi olmayan hem bu dünyada, hem âhirette perişan olacaktır.
Rabbimiz (cc) Kur’an-ı Azimüşşan’da sıklıkla bilginin ehemmiyetine dikkat çekmektedir. “(…) Gul hel yestevilleziyne ya’lemune velleziyne lâ ya’lemûn” [Meâlen: “De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”] (Zümer Sûresi / 9) Bu âyet-i kerimedeki murad-ı İlâhî âhiret hayatına yönelik ameller ise de bunu hayatın her safhasına teşmil edebiliriz. Bilenle bilmeyen hiçbir zaman eşit olmaz. Bilen, ilerler, kâr eder, bilmeyen geride kalır, zarar eder. Hele bilgiden hiç nasibi olmayan ise sadece odun olur. Bilgisi çok kıt insan, sadece görünüşte insandır…
İnsan bu dünyada hem bir yolcudur hem de imtihandadır. Bu imtihanı başarı ile verebilmek için de bilgi şarttır. Bizi yaratan Rabbimiz (cc), bizi yarattıktan, Rabbü’l-Âlemin olarak bütün ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra bizi kendi halimize bırakmamıştır. Bizden istediği mükellefiyetler vardır. Allahu Azimüşşan’ın yapmamızı istediği emirlerine “farz” diyoruz. Bir de “yapma!” dediği emirler vardır. İşte o yasaklara uyanlara da “muttaki insan”, “takva sahibi insan” diyoruz. Bu emirlere ve yasaklara riâyet etmek de ancak bilgi ile olur. Farz-ı ayn olan bilgileri bir kere her mü’min edinecektir. Namazla, oruçla, zenginse zekâtla, hacla ilgili hükümleri ve haramlardan nasıl kaçınacağımıza dair bilgileri… İşte bu bilgileri edinmemiz ve amel etmemiz nispetinde cennetteki derecemiz artacaktır.
Allahu Teâlâ, Hz. Âdem Aleyhisselam’dan itibaren bütün peygamberlere ve bütün Müslümanlara devlet kurmalarını emretmiştir. Devletsiz İslâmiyet olmaz. Bu dünyada emniyet ve huzur içerisinde yaşamamız için bu şart. İşte bu devleti kurma ve yaşatma, yönetme de ancak bilgi ile olur. Tarihteki başarılı İslâm devletlerine baktığımızda bunu görürüz. O başarılı devrelerde devletin her kademesine bilgi ve bilgili insanlar hâkimdi.
Faziletle ve ahlakla donatılmış bilgi, başarılı devletin devlet adamlarında aranılan temel vasıflardır. Bu vasfı hâiz idarecilerin, memurların ve askerlerin olduğu devlet her cihetten güçlü bir devlettir. O devlette yaşayan tebaa da mesut ve müreffeh bir şekilde yaşar. Zira o devlet dahilinde emniyet vardır, huzur vardır, refah vardır.
Devlet idaresinde bilgi derken, her sahadaki bilgiyi, bilgili olmayı ve bilgili elemanlar istihdam etmeyi kastediyoruz. Askeriyede, dış işlerinde, istihbarat teşkilatında, ekonomide, eğitimde, sağlıkta, ziraatta, elhasıl her sahada bilgi… Hem de mükemmel bilgi… Buna bütün dünya devletlerinin içini-dışını bilmek, âdeta tomografisini çekercesine her sahalarıyla ilgili bilgilerden haberdar olmak dahildir. Siber saldırıları defetmek bilgileri ve askerî sahada ileri teknoloji sahibi olma bilgisi dahildir. Bu bilgiler olmayınca ne olur? Allah muhafaza o ülke alenî veya örtülü esaret altına girer, köle olur. Başkalarının dediklerini yapmaya mecbur olur.
Bizler Elhamdülillah, mü’miniz, Müslümanız. Bu ne demek? Her şeyden önce bilgi ile donanmaya mecburuz, mükellefiz. Rabbimizin ilk emrinin “Oku!” olduğunu unutmayacağız. Boş boş oturacağımıza, mâlâyaniyatla vakit geçireceğimize bilgi ile donanacağız. Hem kendimizin kurtuluşu için, hem çobanı olduğumuz ailemizin kurtuluşu için, hem birer mensubu olduğumuz bu vatanda yaşayanların iyiliği ve refahı için, hem birer vatandaşı olduğumuz devletimizin selameti için bu şart. Sözün özü: Bilgisiz olmaz. Olur da, onun adına odun olmak, köle olmak, güdülen ve ezilen kimseler olmak, dünyada ve âhirette rezil olmak denir… Kim bunu ister ki…