Biz Mü’minler olarak, namazda ve namaz haricinde Rabbimizi tespih ediyoruz. Zikrediyoruz. Bizim gibi, yeryüzü ve gökyüzü arasındaki bütün mevcudat da tespih ediyor. Gökyüzünde gördüğümüz yıldızlar, meleklerin seyyar mescididir ve orada bir karışlık boş yer yoktur. Tamamı Allah’ın mutî, yani itaatkâr memurları olan meleklerle doludur. Onlar devamlı ibadet halindedirler ve devamlı Allah-u Azimüşşan’ı tespih etmekte, zikretmektedirler. Onların gıdası bu tespih ve zikirlerdir.
Melekler gibi, yeryüzündeki bütün mahlûkat da Allah-u Teâlâ’yı zikretmektedir. Hatta bizim kütük gözüyle baktığımız odunlar bile. Havada uçan kuşlar bile…
Haşr Sûresi, “Sebbaha lillahi mâ fi’ssemâvati vemâ fi’l ard” diye başlar. Meâlen, “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ı tespih etmektedir” demektir. Saf Sûresi’nin ilk âyetinde ve daha pek çok âyet-i kerimede, bütün mevcudatın tespih ettiği bize bildirilmiştir.
Gökte uçan kuşların tespih ettiğini Rabbimiz (C.C.) Kur’ân-ı Azimüşşân’da bizlere haber vermektedir. Nur Sûresi’nin 41. Âyet-i Kerime’sine meâlen bakalım: “Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah’ı tespih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi tespihini ve duâsını (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir.”
Nûr Sûresi’nin 42. Âyet-i Kerime’si bize bu mülkün sâhibinin kim olduğunu tekraren hatırlatmaktadır. Meâlen bakalım: “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır; dönüş de ancak O’nadır.”
İsrâ Sûresi’nin 44. Âyet-i Kerime’sinde meâlen şöyle buyrulmaktadır: “Hiçbir şey yoktur ki, O’nu övüp tespih etmesin.” Bu âyet-i kerimeyi tefsir eden Bediüzzaman, çiçeklerin ve mevcudatın, Rabbimizin birer mektupları olduğunu ve hepsinin Cenab-ı Hakk’ın varlığını ve birliğini ispat ettiklerini belirttikten sonra şöyle demektedir: “Kalb kulağı ile hangisini dinlesen, ‘Eşhedü en lâ ilâhe illallah’ (Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim) dediğini işitirsin.” (Sözler, 33. Söz. 29. Pencere, s. 624)
Hz. Davut Aleyhisselam, Zebur’u okuduğu zaman, dağlar, taşlar, kurtlar, kuşlar da onunla birlikte zikretmekteydi. (Sâd Sûresi /18,19) Peygamber Efendimizin (A.S.M.) peygamberliğinin başlangıcında, dağlar, taşlar, ağaçlar, kendisine selam vermekteydi. Avucuna almış olduğu çakıl taşları, “Lâ ilâhe illallah. Muhammedü’r-Resûlullah” diye zikretmekteydi.
Mescid-i Nebevi yapıldığında, ilk sıralar Peygamber Efendimiz hutbe okuduğunda bir kütüğün üzerine çıkıp hutbe îrad ederdi. Daha sonra üç basamaklı bir minber yapıldı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (A.S.M.) o minbere çıkıp hutbe okumaya başladı. Peygamberimizin (A.S.M.) kadem-i şerifinin üzerine basmasıyla mesrur olan o hurma kütüğü bu ayrılıktan dolayı çok üzüldü ve deve inlemesi gibi ses çıkardı. Peygamberimiz (A.S.M.) gidip kütüğün üzerine mübarek elini koydu ve onu teselli etti. Daha sonra o kütük, minberin altına gömüldü. Riyazü’s –Sâlihin’de yer alan 1863 No.lu hadis-i şerifte bu hâdise şu şekilde anlatılmaktadır:
“Câbir Radıya’llahu Anh anlatıyor:
“Bir hurma kütüğü vardı ki, Nebiyy-i Muhterem Salla’llahu Aleyhi ve Sellem hutbe îrad ederken onun üzerinde dururdu. Kendisi için minber kurulduğunda, bu kütükten gebe develerin iniltisine benzer sesler çıktığını işittik. Ne zaman ki, Peygamber Efendimiz minberden inip de elini o kütüğün üzerine koyunca bu inilti kesildi.”
“Bir rivâyette: Cum’a günü olup da Nebî Aleyhisselatü ves’Selâm minbere oturdukları zaman yanında hutbe okuduğu bu hurma kütüğü, öyle sayha ederdi ki, yarılacak gibi olurdu.”
“Diğer rivâyetlerde: Bir çocuğun haykırışı gibi ses çıkardı. Bunun üzerine Nebî Aleyhi’s-Selâm minberden inerek, onu teskîn için kucaklardı da, kütük âdetâ teskîni îcâb eden bir çocuğun iniltisi gibi inliyordu. Peygamber Aleyhi’s-Selâm: ‘Bu ağaç parçası, işittiği zikirden dolayı ağladı’ buyurdu.”
İnsan düşünmeden edemiyor, nice insan var ki bir kütük kadar olamıyor. Kalbi bu şekilde odunlaşmış olanlar, Kâinatın Sahibi olan Allah-u Azimüşşân’ı tanıyıp tespih etmeyenler, “Yakıtı taşlar ve insanlar olan” cehennemin “yakıtı” olmaktan başka bir işe yaramayacaklardır.