Ahiret’in veya Cennet'in ortak dili Arapça olacak görüşleri Arap Milliyetçileri tarafından ileri sürülmüştür. Herkes kendi diline bir kutsallık kazandırma çabasına girmiştir. Bunun nedeni, Arap alfabesinin aynı zamanda Kur’an alfabesi olmasından ileri gelmektedir. İranlı Persler de kendi dilleri Farsça için aynı iddiada bulundukları için; “Cehennemin dili Türkçe olacak” diyerek hakarete gitmişlerdir. Neden peygamber sadece Cennet Ehlinin dilinin Arapça olduğunu söylemiş de, cehennem ehlinin dilinin ne olduğunu söylememiş? Ahiretin tamamında neden Arapça geçerli olmuyor da, sadece Cennet'te geçerli? Hz. Muhammed böyle eksik bir hadis söylemez. Bu hadis uydurmadır, çünkü acemice uydurulmuş bir hadis. Uydurmayım diye sırıtıyor…
Bir hadis ayetle çelişiyorsa o hadis değildir, uydurmadır demek olur. Bu hadis Rum Süresi 22. Ayete ters düşmektedir. Yani müslüman Arap’ın, Fars’ın ve kâfirin tek hedefi: Türkler ve Türkçe dili olmuştur. Yani Cennet'in Dili “Arapça” veya “Farsça”; Cehennemin dili “Türkçe” demek Türklere ve Türkçe'ye hakarettir. Cehennem ehlinin dili İngilizce, Almanca olacak demeye cesaret edemiyorlar. Vurun Türk’e gücünüz yeter ancak… Bir gün de Allah sizi vuracaktır.
Dünya tarihinde savaşta galip gelen millet, yenmiş olduğu millete dinini ve dilini kabul ettirmiştir. Ancak Türkler öyle yapmamışlar. Farsları yenmişler, Selçuklu yenmiş olduğu Farsların dilini ve dinini almıştır. Osmanlı Arapları yenmiş, Arapların dilini ve dinini almıştır. Bu nedenle de kimliğini yitirmiş, yok olmuştur. Ancak Araplar ve Persler egemen olunca tam tersine Arapça ve Farsça’yı mecburi yaparak, dayatmışlar, Türkçeyi yasaklamışlardır. Toplam 1300 yıl Mezopotamya bölgesinde Türk Devletleri Selçuklu ve Osmanlı dahil Farsça, Arapça konuşmak, konuşturmak, okumak, yazmak zorunda bırakmışlar.. Türkler daha bu 1300 sene yasaklanan Türkçenin ağıdını yapmamışlar, sorgulamamışlar, Farslar ve Araplar kendi alfabesinin ağıdını yaptırıyorlar Türklere…
Bazı Arap âlimlerin ileri sürdükleri hadislere bakılırsa, herkesin Cenette Arapça konuşacaklarına kesin bakılmaktadır: imam münâvî'nin ibni Abbas’tan şu mealde bir hadis-i şerif rivayet edilir: "üç hasletten dolayı Arabı seviniz: çünkü ben Arabım, kur'ân-ı kerim Arapça olarak nazil olmuştur, cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır." (feyzü'l-kadîr, 1:178 hadis no: 225.
Bu Hadis-in tersi bir hadis vardır: “Ben Arabım, Arap benden değil.” Bu iki hadisten hangisi uydurma acaba? Arap kaynaklarında Peygamber Efendimize; “Arab-ı Müstarebe”, yani aslen Arap değil, “sonradan Araplaşan” denilmektedir. Yani Peygamber Efendimizin Hakiki Arap (Arab-ı Aribe) olmadığını Arapların kendi kaynakları onaylıyor. Bu durumda peygamberi hem hakiki Arap kabul etmeyip, ah neden bizden bir peygamber çıkmadı deyip hayıflanacaksın, peygamberliğini kabul etmemek için direneceksin ve öldürmeye kalkacaksın, sonra işine gelince de onu Arap kabul edeceksin… Buna ikiyüzlülük denir… Eğer bir hadis, Peygamberimizi Hakiki Arap olmadığı halde, Arab-ı Aribe gibi gösteriyorsa, Errum Süresi 22. Ayet-i Kerimeye ters(Arapçayı diğer dillerden üstün gösteriyorsa) düşüyorsa, o hadis uydurmadır, çelişki vardır demektir. Bu durumda Ayet-i Kerimenin hükmü geçerli olur:
Errum Süresi 22. ayete bakacak olursak; "dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması Allah'ın ayetlerindendir..." buyrulmaktadır. Bu ayete göre hiçbir dilin diğerine üstünlüğü yoktur. Ayet; Allahın varlığını, birliğini ispatlayan deliller demektir. Öyle ise Arapça, Farsça, Türkçe, Rusça, İngilizce, Fransızca vs. bütün diller ayrı ayrı Allah'ın birer ayetidir. Yani onun varlığının delilleridirler. Bütün diller Allah'ın birer ayeti olduklarına göre, Ahrette, Cennete ve Cehennemde herkes kendi dili ile konuşacak demektir. Çünkü bu dilleri yaratan Allah olduğuna göre, onlarında dilinden anlayacaktır elbette. Bir tek dil ile konuşmak için insanı zorlamaya ne gerek var ki? Zaten bütün diller Allah'ındır. Onun İlminde vardır. Arap âlimlerin ırkçılık ve üstünlük duygusu ile ileri sürdükleri hadislerin uydurma oldukları zaten anlaşılmaktadır.
Bu durumda peygamberin Arap olmadığını, sonradan(Arab-ı Müstarebe) Araplaştığını, Cennette konuşulan dilin Arapça olamayacağını Rum süresi 22. ayette gördük. Öyle ise “Üç hasletten dolayı Arabı seviniz… Çünkü Ben Arabım…” diye devam eden hadis-in “Arab-ı Müstarebe” gerçeğine ve ayete ters düştüğü için uydurma olduğunu rahatlıkla anlıyoruz.
Bir kitap elbette ki indirildiği bölgenin halkının dili ile olacaktır ki, o bölge insanı anlayabilsin. Bu makalede aşağıda vermiş olduğumuz Ayet-i Kerimelere baktığımızda, Allah Kur’an-ı Kerim’i keyfinden değil de bir zaruretten dolayı Arapça indirmiş olduğunu ve hiçbir dilin hiçbir dile üstünlüğünün olmadığını ifade etmiştir.
Nitekim Şura Süresi 7. ayette; "Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle ARAPÇA bir Kur’an vahyettik…"
Yine Fussilet Süresi 44. ayette; “Eğer biz onu, yabancı (arapça olmayan) dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki; Ayetleri tafsilatlı bir şekilde açıklanmalı değimiydi? Arab’a yabancı (dil mi öğretecektik) dilden (kitap) olur mu?” diyecekleri buyrulmaktadır.
İbrahim Süresi 4. ayet: “(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.”
Bu ayet-i kerime ile ilgili Diyanet Vakfı Kur’an Meali aynen şöyle bir açıklama yapıyor: “Her peygamberin ancak kendi kavminin diliyle gönderilmiş olması, bütün insanlardan tek bir dil ile mesela Arapça ile anlaşmalarının, yalvarıp niyazda bulunmalarının istenmediğini gösterir. Zaten bir ayet-i kerimede konuşulan delillerinden (Errum 22) sayılmıştır. Bunun yanında bu ayet-i kerimenin işaret ettiği önemli noktalardan birisi de, Hakk’a davet ile uğraşanların içinde bulundukları toplumun dilini çok iyi bilmeleri gerektiği hususudur.” Hz. İbrahim de Urfa’dan Mısır’a hicret ederken, Allah tarafından kendisine “Aramice” öğretildi. Çünkü gideceği bölgenin dilini bilemediği takdirde, dinini tebliğde zorluk çekerdi. O bölgeye yeni bir dil(İbrahim Sümerce biliyordu) öğretmeden Allah’ın (hanif) dinini yayamazdı.
Arap bölgesine indirilen kitap başka dilde olsa idi, bütün Araplara yeni bir dil öğretilmeden İslam Dini yayılamayacaktı. O halde Cenab-ı Allah; Arab’a yeni bir dil öğretmemek için Kur’an’ı Arapça göndermenin daha mantıklı ve yerinde olacağını ayeti ile bizlere açıklamaktadır. Bir zaruret ve gereklilikten dolayı Arapça indirilmiştir.
Peygamberler genellikle Ahlaken bozulan bölgelere gönderilir. Öncelikle Vahşet ve Cehalet içerisinde bir kavim olan Arapların uyarılması gerekiyordu. Dünyadaki düzelme buradan başlamalı idi. Öyle ise bu bölgeye gönderilen ilahi kitabın ve peygamberin dili Arapça olmalı idi. Daha önce gönderilen Tevrat’ın dili İbranice, İncil’in dili Süryanice idi. Öyle ise Yahudiler; “Ahrette tek dil İbranice konuşulacak”, Hıristiyanlar; “Ahrette konuşulacak tek dil Süryanice olacak” diyecek olurlarsa, ne kadar doğru olur? Nitekim Süryaniler de aynı iddia’da bulunmuşlar: “Süryani dilini bütün Hıristiyanlık âlemi kutsal sayar. Çünkü Meryem Ana, Hz. İsa ve elçilerin konuştuğu dilin Süryanice olduğu ileri sürülmektedir” (https://www.sosyalarastirmalar.com/cilt4/sayi16_pdf/hazar_mehmet_vd.pdf). Peki, Hangisi doğrudur?
Ayrıca diğer peygamberlere gönderilen sahifelerin hangi dil ile gönderildiklerini bilemiyoruz. Ayet-i Kerimelerden anladığımıza göre; o sahifeler de bölge kavimlerinin dili ile gönderilmiştir. Onlar da Ahrette bizim sahifelerin dili ile konuşulacak diyebilirlerdi. İş karmakarışık olurdu. Bu nedenle İbrahim Süresi (Ayet-4) bizi bilgilendiriyor ve son noktayı koyuyor.
Peki, Kur’an’dan önce diğer Suhuf ve kitaplara inanan kavimler, Arapçadan habersizlerdi. Onlar da mı “Ahrette Arapça konuşmak zorundalar?” Olur mu böyle bir mantık? Kargalar güler adama…
Cenab-ı Allah; "Ben size şah damarınızdan daha yakınım" buyurmaktadır. Aynı zamanda "Allah kalpleri bilendir" buyurmakta iken neden bir dile ihtiyaç duysun? Onların kalplerindekini biliyor ise, dile gerek yok zaten. Kim hangi dil ile konuşursa konuşsun, önemi yoktur. Sorgulama sırasında organlar hal dili ile itirafta bulunacak, konuşacaklar ve sahibinin konuşmasına bile gerek kalmayacaktır.
Ayrıca bir insanın diğerine üstünlüğü olmadığı gibi, hiç bir dilin diğer bir dile üstünlüğü yoktur. “…..Üstünlük ancak takvadadır”(hucurat s.13).
Biz Türkler, Arapça yazılmış bir yazı görünce hemen onu alır baş tacı ederiz. Günlerce saklar birine okuturuz. Suriye’den gelen sigara kâğıtlarını dahi üzerindeki Arapça yazılardan dolayı tepelemeyiz, alır yüksek bir yere koyarız.
1974 yılında lise bir talebesi iken, ailece Halep ve Beyrut’a gitmek nasip oldu. Halep’te ilk şaşırdığım şey, Arapça yazılı gazete ve kâğıtların yerlerde, çöplerde tepeleniyor olması idi. Çok üzülmüştüm. Bir baktım benim gibi bir deli bu gazeteleri topluyor, bidonlarda yakıyor. Ancak kimse o deliyi anlayamıyordu.
Daha sonra Beyrut’a geçtik, sahil kenarında pavyonların önünden geçerken, panolarda dansöz resimlerinin altında Arapça isimleri ve özellikleri yazıyordu. Hatta tuvalete girdiğimde baktım kapısında Arapça yazıyor, Arapça pis sözler yazılmış, Arapça yazılan gazetelerle münasip yerlerini silmişler. Bir daha etkilenmiş, Arap milletine çok öfkelenmiştim. Üzerimizde Arapça yazılı bir muska var ise onunla tuvalete girmeyiz, kat kat naylonlara sarar öyle gireriz. Bizim saygımıza bak, bunların çirkinliklerine bak dedim. Sonra gazetelerde hayat kadınlarının çıplak resimlerinin altında Arapça yazıları gördüm ve anladım ki, Araplar öncelikle kendi kutsal gösterdikleri Alfabelerine saygı göstermiyorlar. Hani Yunus Emre’nin ; “Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü” dediği gibi, biz Türkler de o alfabeyi “Kur’an Alfabesi olduğu için severiz.” Bu kadar saygısızca ayakaltı ettikleri, fuhuş piyasasında kullandıkları alfabelerini “Cennet Alfabesi, Cennet Dili” olarak yutturmaya kalkmaları ne kadar inandırıcı olabilir ki?
İşi Arapçılığa, Persçiliğe götürmenin bir manası yoktur. Asırlardır yutturdular bize, artık bu ayak oyunlarına gerek yoktur. Ama Allah'ın son kitabı Kur'an-ı Kerimi okuyup anlayabilmek için ve ibadet edebilmek için Arapça öğrenmeliyiz. Buna da karşı çıkan yoktur elbette.
(Kaynak: Diyanet Vakfı Kur’an Meali ve Hadisler)
05.07.2008-Mehmet Demir ATMALI-Gaziantep