KONU; yeme içme, kebap-lahmacun-fıstık-baklava olunca, ören yerlerimiz, Antep evlerimiz, han-hamam-kastel, geçmişin “adı kulağına değmiş” insanlarını unutur mu olduk yoksa!
Yok; unutamayız elbette…
Gaziantep’te yeme içme denilince ilk aklıma gelenlerden birisi “tuzlucacı zengin ammi” olur… Akşamdan kemik suyu ile haşladığı nohut, ahşap teknesine doldurur, kar gibi beyaz önlüğünü ve şapkasını takar nohut teknesi boynunda asılı halde, satışa çıktığını “tokdur hamit de yiy bundan” diyerek orta yüksek sesle cadde boyunca kendini belli eder, koynundan çıkarttığı küçük külaha koyar, beş-on kuruşa satardı…
Öğleye doğru babamın Suburcundaki dükkânının kapı arasında konaklar, koynunda taşıdığı “topağı” çıkartır, Çete Ali lokantasından gelen iki parça pirzolayı rakısına meze ederek karnını doyururdu... (o zamanlar öğlen zamanı işyerlerini kapatıp evde yemek âdeti vardı) ben evdeki yemekten erken gelir onu hasretle izler “kâğıt külaha” koyduğu birkaç nohut benim “göz hakkım” olur zevkle yerdim…
Çete Ali demişken, Gaziantep’in ilk lokantalarından birisidir sadece kebap değil, her lokantanın mutfağında bulunurdu, Gaziantep adliye binasındakilerin hemen tamamı öğlen yemeklerini burada yer, hesap deftere yazılır, maaşlarını aldıklarında aksatmadan ödemelerini yaparlardı…
Elbette o dönemin tek lokantası değildi, Suburcu caddesinde yoğun olsa da kale altında almacı pazarında da vardı… (geçmişin GASTRONOMİSİolarak ayrıca uzunca yazmak gerekir)
Suburcu Caddesi ve devamı olan Karagöz Caddesi, o dönemlerin GASTRONOMİve EĞLENCE merkeziydi… Cumartesi akşamları ve Pazar günleri hemen herkesi görebileceğiniz mekândı, hani derler ya; “Antepli bir hafta çalışıp-kazanır, hafta sonu hepsini yer…”
Nar taneli yeşil “zeytin dürümü” yiyenler, Baydar sinemasının köşesini ve o lezzeti unutamaz sanırım… Ya; ekmekçi Nevresin fırınından alınan sıcak ekmek arası yediğimiz “baklava kırığı dürümü…” Gaziantep’in ilklerinden çorbacı Adil ustayı…
Baklavadan ziyade hemen her Antep evinde bir şire sandığı bulunur, meşakkatli uğraşlardan sonra sandıkta saklanan, sucuk-bastık-tarhana, kış gecelerinin ve gelen misafirlere ikramın en alası olurdu… Bastık arası fıstık dürümünü ve tarhana eritmesini anımsadınız sanırım… Şimdilerde ne üzüm bağı ne şire kaldı… Ne yapabilecek analarımız… Sadece anılarımızda ve damağımızda silinmeyen tat olarak kaldı…
Eski postane sokağında ve elmacı pazarındaki kelle paça yapan ustalarımızı unutmak mümkün mü? Yazın sıcağında buz gibi “meyan şerbeti” vazgeçilmez ve tek içeceğimiz olmuştur…
Evet, bütün bunları detaylandırmak uzun uzun yazmak isterdim ama ne zaman ne imkânlar müsait, elbette bu bir ekip işidir… Şu kısa anıları yazarken bile ağzım sulandı, baklava kırığı dürümü yerine şimdilerde baklava kırığından “börek” yaptırıyorum, tavsiye ederim… Afiyet olsun…
Boşuna dememişler, Gaziantep “dürüm sanayi oldu…”