1975-1979 yılları arasında üniversite tahsilimi yaptım. O arada Köprü ve Yolbaşı dergilerini yayına hazırladım. O arada mizanpajı gazetedeki arkadaşlarla yaptık. 1977 genel seçiminde Yeni Asya camiası aktif rol oynadı. Demirel, bu camiadan dört ismi, en kritik yerlerden aday gösterdi. Âdeta, “gücünüzü gösterin, çalışın, kazanın!” demişti. Seçimde o dört isim de kazandı. (Osman Demirci -Erzurum, Nurettin Tokdemir-Hatay, Recep Özel-İstanbul, Mehmet Özkan-İzmir) Bu seçim başarısından da cesaret alan “bizimkiler” bakanlık beklentisi içerisine girmişlerdi. Osman Demirci hocanın Diyanet’ten sorumlu devlet bakanı olmasını istiyor ve bunu bekliyorlardı. Bakanlar Kurulu açıklandığında bir sukut-u hayal oldu. Risale-i Nur camiasından kimse yoktu. Bizimkiler kırgın vaziyette Demirel’in yanına gitmiş ve “Bizden niçin kimse yok?” diye sormuşlardı. Bu soruya Demirel’in cevabı şuydu: “Ben varım ya gardaşım!”
1979 Eylül’ünde Yeni Asya Gazetesinde “kadrolu eleman olarak” çalışmaya başladım. O sene Hicrî 1400 yılı idi. “Zulmetten Nura Hicret” başlığı altında seri röportajlar yaptım. O arada kabinedeki isimlerden; Devlet Bakanı Muhammed Kelleci, Milli Eğitim Bakanı Orhan Cemal Fersoy ve Kültür Bakanı Refik Koraltan ile de görüştüm. O görüşme esnasında Refik Koraltan Bey bana, “Hırka-i Saadet Dairesinde 24 saat Kur’an-ı Kerim okunacağını ve Ayasofya’nın bir bölümünün ibadete açılacağını” söyledi. “Bunu haber yapabilir miyim?” dedim. “Yapabilirsin” dedi ve böylece bu haberi ilk veren gazeteci oldum. Haber gazetede sürmanşetten yayımlandı. 12 Eylül 1980 darbesinde, Yeni Asya, basında en çok “darbe” yiyen gazetelerden biri idi. O devrede gazete tam dört defa kapandı. Yeni Asya kapanınca, Yeni Nesil’i, o da kapanınca Tasvir’i çıkardık, Tasvir de kapanınca yeni gazete satın alma safhasındayken Yeni Nesil açılıverdi, onu devam ettirdik. O devrede ihtilalcibaşı “tencereyi kirlettiler” edebiyatı yapıyordu. Tencereyi kim veya kimler kirletmiş? Bunu araştırmaya başladım. 1960-1980 yılları arasını dört gazeteden ve o devrin dergilerinden (“Devrim” başta olmak üzere hemen hemen bütün sol dergileri) taradım. (Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet ve Tercüman) “Bugüne Gelişin Hikayesi” başlığı altındaki bu araştırmam 500 daktilo sayfası tutmuştu.(Şimdi düşünüyorum da bir daha öylesine bir çalışmaya cesaret edemem.) Ayrıca yüzlerce fotoğraf, belge ve doküman vardı. Gazete sürmanşetten anonslarla yazı serisini duyurmaya başladı. Tam yayına başlayacaktık ki MGK’nın 52 numaralı kararı neşroldu. İsim vermiyordu, ancak bizim yazı serisini tarif ediyordu. Gazete idaresi; “Bu bildiri doğrudan bizi hedef alıyor. Bunu yayınlarsak gazeteyi kapatırlar!” dedi ve o araştırmamız yayımlanmadı. 12 Eylül’den sonra parti liderleri gözaltına alınmışlardı. Sonradan serbest bırakıldılar ve herkes evine döndü. Siyasî yasaklı durumundaydılar. İşte o devre, Demirel’le çok rahat görüştüğümüz devredir. Öylesine samimi sohbetlerimiz olurdu ki, Demirel’in “40 haramiler” fıkrasına karşılık Bünyamin Ateş “Deli” fıkrasını anlatırdı. O fıkraları burada anlatmam mümkün değil. Sonraları Demirel, “Konuşan Türkiye” sloganını dillendirmeye başladı ve Yeni Asya Gazetesi ile Köprü dergisine çokça mülakat vermeye başladı. Bu mülakatlarda yakın tarihin çok gizli ve özel konularına el atıyor ve tabiri caizse rejim ağaya el ense çekerek gözdağı vermeye çalışıyordu. 1982 Temmuz’unda askere gittim. Çıkan kanun mucibince bizim askerlik 4 ay sürecekti. Askerden geldiğimde ortalığın toz duman olduğunu gördüm. “ağabeyler” denilen Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleri ve onlara muhabbet duyanlar bir tarafta, Yeni Asya Gazetesi bir tarafta kalmıştı. Bu ayrılığın zahiri sebebi, o ağabeylerin 12 Eylül darbesini desteklemeleri ve bazı isimlerin bu darbeyi “Malazgirt Zaferi ile eşdeğer görmeleri” idi. Yeni Asya ise darbeye ve darbecilere karşı idi. Süleyman Demirel’e büyük muhabbet besliyor ve hâlâ ondan ümid bekliyorlardı. O yıllar sıkıntılı yıllardı. Ben de darbeye ve darbecilere şiddetle karşı idim ve doğrusu “gidenlerin” niçin gittiğini anlayamıyordum. Bizim gibi saf Anadolu çocukları, Bediüzzaman Hazretlerinin o hizmetkarlarını burada gördüğü için bu safta yer almıştı. Onlar “Bayrağa saygı” mitinglerinde en ön safta bulunmuş, Demirel’e methiyeler düzmüşlerdi. Yine o yıllarda mitinglerde “Nurlu Demirel!” sloganları atılmış, Bediüzzaman’ın; “İslamköy’den bir zat çıkacak, Kur’an’a sarılırsa muvaffak olacak, sarılmazsa hüsrana uğrayacak!” dediği yalanı dillendirilmişti. (İfade mânâ olarak doğru, ancak, Bediüzzaman öyle bir söz söylememişti.)