?>

Diriliş Destanı (8)

Burhan Bozgeyik

1 yıl önce

Bu Vatanı Elimizden Almak İçin

Neler Yaptılar / Yapıyorlar?

İsmine “Anadolu” dediğimiz bu vatan bize Rabbimizin lütfu. Sultan Alpaslan ve o şanlı ordu, “Malazgirt Zaferi” hep birer vesile. Gerçek şu: Bu mülkün sahibi olan, Müsebbibü’l Esbâb olan, Allah-u Azimüşşân, dünyanın en güzel yerini bize ihsan eylemiş. Ecdadımız da Allah-u Azimüşşân’a şükürlerini, canlarını ortaya koyarak, cihat ederek ifa eylemişler ve öyle ki, bir zamanlar üç kıtaya hükmetmişler. Koca Akdeniz bütünüyle bizim bir iç gölümüz gibi olmuş. Ancak düşman kavi, düşman zebun, düşman kindar, düşman inatçı. Ecdadın fethettiği toprakları geri almak için oyun üstüne oyun tezgâhlamışlar. Neticede o toprakları geri almışlar, elimizde bize kala kala bu Anadolu kalmış. İşte bunu da almak için oyun üzerine oyun tezgâhlıyorlar. Bu oyunları devreye koyuyorlar. Bunların oyunlarının en belli başlı olanlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1-İçimize Sızma Oyunu: Bu işte Yahudiler başı çekmekte. Fatih’i zehirleyen hekim Yakup Paşa’yı hatırlayın. Bunun asıl ismi Maestro Jacopo idi. İtalya’nın Gaete şehrinde doğmuştu. Edirne’ye gelmiş. Sözde Müslüman olmuş ve Yakup ismini almıştı. Fatih’in babası II. Murat zamanında sarayda hekim olarak çalışmaya başladı. Yeniçeriler, Fatih’i zehirleyen bu kişiyi 1481’de paramparça ettiler. Ne tuhaftır ki, Fatih’in oğlu II. Bayezit İspanya’dan 150 bin Yahudi’yi getirip devletin en güzel yerlerine yerleştirdi. Yahudiler de ona “Veli” unvanını verdi. Kendilerine Filistin’de toprak satmaya yanaşmayan Sultan II. Abdülhamit’e ise “Kızıl Sultan” dediler ve Selanik’te yerleşenlerin kurduğu komite, 1909’da Abdülhamit’i devirdi. 1927 yılında 200 bin Yahudi getirildi ve bunlara vatandaşlık ve yeni isimler verildi. 300 profesöre eğitim teslim edildi. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün danışmanı Ahmet Sever’in, “Abdullah Gül ile 12 yıl” kitabında yazdığına göre; Osman Kavala ve TÜSİAD’ın söylemesi üzerine Suriye’den 50 bin Ermeni getirilmiş ve TÜSİAD bunları işe yerleştirmiştir. Abdulah Gül de bu organizeye öncülük yapmıştır. Benim yaptığım araştırmaya göre, Suriye’deki iç savaşın asıl sebebi, oradaki Ermenileri getirmekti. 1915’te Osmanlı Devleti’nin sürgün ettiği Halep ve Şam’a yerleşmiş Ermenilerin tamamı geldi. Birçoğu çıkan kanunlardan istifade ederek para verip mülk aldılar ve dolayısıyla vatandaşlık hakkını elde ettiler.

Bu ülkeye göz dikenlerin oyunlarının temeli, nüfusta dengeyi sağlamak üzerine kuruluydu. Mülteci adı altında milyonlarca insanı ülkemize yönlendirdiler. Ülkemizi yönetenlere de, “Lütfen bunları bizim ülkemize geçirmeyin. Sizin ülkenizde kalsın!” diye ricada bulundular. Bunların sayısının 15-17 milyon olduğu söylenmekte. Bu, 10 Avrupa ülkesinin demografik yapısını değiştirecek bir rakamdır. Suriye iç savaşından kaçıp gelenlerden ayrı, Afganistan’da Taliban’ın idareyi ele almasından sonra, o ülkeden on binlerce insan gelmeye başladı. Olup bitenlere bakıldığında; işin içinde muazzam bir organize olduğu görülecektir. Gelenler, nereye gidip yerleşeceğini çok iyi bilmektedirler. Hiçbirinin yanında kadın ve çocuk yoktur. Yani bunlar “aile” değildir. Bu alenî biçimde ülkemizin demografik yapısını değiştirmeye yönelik bir operasyondu.

2-Topraklarımızı ve Değerlerimizi Elimizden Alma Oyunu: Osmanlı’nın son zamanlarında idareciler, cihat gibi ulvî bir gâyeyi terk ederek, zevk-ü sefa peşine düştüler, peş peşe saraylar yaptırmaya başladılar. Bunu da ekseriyeti Yahudi olan tefecilerden ve bazı devletlerden faizle borç alarak yaptılar. Bu borçlar ödenemeyince o Yahudi tüccarlara teminat vermiş olan devletler Osmanlı’nın gırtlağına çöktü. Kapitülasyon rejimi böyle ortaya çıktı. Kapitülasyonlar kaldırıldığında zaten o faizciler ve faizle para veren devletler alacaklarını fazlasıyla almışlardı. Koca devlet cıscıbıl bırakılmıştı. Aynı durum sonraki tarihlerde de ortaya çıkacaktı. İlgililerin bildirdiğine göre ülkemizin dış borcu 450 milyar doları aşmıştı ve bu borcun faizi eski parayla yüzlerce katrilyon TL’yi geçmekteydi. İdare para bulmak için ülkenin pek çok fabrikalarını, limanlarını, arazilerini yabancılara satmıştı. Bu satış işlemi devam etmekteydi. Onların parası değerli, bizimkisi değersiz hale gelmişti. (Bu yazıyı yazdığım sırada 1 dolar 26,9862 TL, bir Euro (Avro) 29,5486 TL idi.) Adamlar parayı bastırıp istedikleri tesisi, istedikleri araziyi almaktaydı. Bu gidişin sonu nereyeydi? Bu ülkenin insanları o ağaların yanında boğaz tokluğuna çalışacak işçiler haline mi gelecekti?

YAZARIN DİĞER YAZILARI