?>

Ecnebi

Burhan Bozgeyik

5 yıl önce

Bizim köy, Gaziantep’in Oğuzeli ilçesine bağlı bir köy. Barak Ovası diye bilinen, mümbit arazileri olan bir ovada bulunmakta. Sınır köylerinden. Suriye ile sınır komşusu. Daha doğrusu eskiden Suriye-Muriye yokmuş. Her taraf bizimmiş. Ortada tek devlet, tek memleket varmış. Gel zaman git zaman, birden devran değişmiş; “Şurası Suriye! Burası Türkiye!” denilmiş. Araya tel örgüler çekilmiş, mayınlar döşenmiş. Telin öte yakasında kalanlar da asıl vatan olarak gördükleri topraklara hüzünle bakar olmuşlar. Kimileri Ezo Gelin gibi vatan hasretinden verem olup can vermiş. Her ne ise bu ayrı bir konu. Benim bu yazıda anlatmak istediğim başka… Bizim köylerin tamamı Türkmen köyleri. Hemen hepsi Oğuz boylarına mensup. Bizim ceddimiz olan Hacı Bektaşi Hazretleri'nin talebesi olan Yusuf Nurânî de o bölgedeki Türkmenlerin şeyhi olarak bilinmekte.

 

Gün gelmiş dedemgil (iki dedem de) şehre göçmüşler. Şehre, yani Gaziantep’e… Bizim ana dilimiz Türkçe. Üniversiteden hocam olan Prof. Dr. Sadettin Buluç’un tâbiriyle bizim ağzımız Türkçenin temel kaidelerine en uygun ağızmış. Hal böyle iken Gaziantep’in yerlileri bizi bir türlü kendilerinden kabul etmezdi. Köyden gelmiş olan bizlere “yabancı” muâmelesi yaparlardı. Gel zaman git zaman, bir göç dalgası oldu. Sonraları Suriye hâdiseleri çıkınca bu göç dalgası sele dönüştü. Şu anda Antep’in yerlileri yüzde 5 bile değil. Bu yüzde 5’lik kısma bizim gibi “köylüler” de dahil. Biz şehirli ve köylü “Antepliler” kendimizi kendi şehrimizde “ecnebi” gibi görmekteyiz. Hani bir zamanlar Avrupa ülkelerinde çalışan kardeşlerimiz kendilerini târif ederken; “Türkiye’de gurbetçi, Almanya’da yabancı” derlerdi. Biz de öyle, kendi şehrimizde “yabancı” olduk.

Nazarımızı şöyle bütün Anadolu’yu kaplayacak kadar etrafta gezdirelim. Aynı durumun neredeyse bütün vatan evlatları için geçerli olduğunu görürüz. İngiltere gibi bazı ülkelere girmek, hele hele toprak sahibi olmak, hele de vatandaş olmak çok çok zordur. Gel görelim ki, bizim ülkemiz neredeyse “yol geçen hanına” dönmüş vaziyette. İstanbul’a gittiğimde tramvayın neredeyse yarısının “yabancı” olduğunu görüyorum. Bizim Güngören’e bile yabancılar doluşmuş. Her milletten var. Nasıl geldiler, hangi ara geldiler?..

 

Ecnebi, yani yabancı olanlar ilk önceleri mutemetleri vasıtasıyla toprak almakta idiler. Mevcut iktidar, “yabancıların” toprak almasını kolaylaştırdı. Sonraları, alınan toprak miktarını artırdı. Son olarak, 250 bin dolarlık mülk alanların otomatik olarak vatandaş olabilecekleri hükme bağlandı. Buna dayanarak, Alman, İngiliz, Rus ve bilhassa Suriye’den gelen paralı Ermeniler vatandaş olmaya başladı. Akdeniz, Ege sahil şeridindeki yerleşim yerlerinde bu ecnebiler (Pardon, artık onlara ecnebi denilmiyor, vatandaş deniliyor) kendi emlak şirketlerini kurdu. Kendilerinden olmayanlara emlak satmamaya başladılar.

Bilindiği üzere ülkemizin pek çok büyük sanayi kuruluşları, fabrikaları, hatta limanları satışa çıkarıldı. Bunların da büyük ekseriyetini ecnebiler aldı. Bankaların da ekseriyeti yabancı sermayeli. Yabancılar, başta GAP bölgesi olmak üzere ülkemizin en stratejik, en değerli yerlerinde habire toprak satın almakta. Bir emlakçi tanıdık söylemişti, adamlar bilhassa 600-700 dönümlük bölünmemiş arazi satın almak istiyor. Bizim akrabaların köyünde ecnebilerin (yabancıların) satın alındığı arazide kurulmuş iki çiftliğin olduğunu biliyorum. Bunların birinde at yetiştiriliyor, diğeri âtıl vaziyette duruyor. Orada bulunan ecnebiler, hiç kimseyle görüşmüyor, konuşmuyor. Oralarda öylesine bakıcılık yapıyorlar.

Doğrusu bu ya, torunlarım adına endişe etmiyor, değilim. Bizim kendi şehrimizde “yabancı” oluşumuz gibi, günün birinde bu ülkede de yabancı muâmelesi görür müyüz? Yok CEDAW, yok Avrupa Birliği’ne uyum yasaları, yok İstanbul Sözleşmesi derken, hukuken, buradaki ecnebilerin kendilerini kendi vatanlarında hissettirecek yığınla düzenleme yapıldı. Onlar memnun, biz ise yapılanlara ve bütün bu olup biten işlere Fransız, yani yabancı kaldık...

YAZARIN DİĞER YAZILARI