Şehirlerimizin, ilçelerimizin, kasabalarımızın “kurtuluş günleri” var. O gün geldi mi merasimler yapılır. “Düşman işgalinden kurtuluşun yıldönümü” kutlanır. Bizim “İşgal Yılları” kitabımızı okuyanlar, nerelerin işgal edildiğini görecektir. O dehşetli işgallerden kurtulmak gerçekten “kutlanacak” hâdisedir. Ancak ben değişik bir soru soracağım: Gerçekten kurtulduk mu?
Bir defa şunu aklımızdan hiç çıkarmayalım: Düşman bu topraklardan da bizden de asla vazgeçmedi. Bir an olsun bu toprakları ve bizleri aklından çıkarmadı. Bütün hesaplarını bizim üzerimize yaptı. Çanakkale kahramanlarından iki yüz küsur kiloluk mermiyi sırtlayıp topa yerleştirerek gâvurun harp gemisini batıran Seyyid Çavuş’un işgal yıllarında; “Yahu biz bu gâvurları kovmamış mıydık, ne çabuk geri geldiler?” demesi gibi, o koca gâvurlar allem ettiler kullem ettiler, tekrar geldiler. İşte şekil 1’de görüldüğü gibi dört bir tarafımıza konuşlandılar.
Dün yurdumuzu işgal eden düşmanlara şöyle yüreğimizi soğutacak şekilde ağızlarının paylarını veremedik. Antep’i Maraş’ı, Urfa’yı işgal edenlere… Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi’ni işgal edenlere… Marmara Bölgesi ve Ege Bölgesi’ni işgal edenlere… Akdeniz Bölgesi’ni işgal edenlere…
Geçenlerde bir Yunan keferesi AB Parlamentosu’nda bayrağımızı yırtma cüretini gösterdi. Biz onların ağababalarının ağzını yırtmalıydık. Ama yapılmadı. Üstelik harp tazminatından, Batı Trakya’dan, On İki Adalar’dan vazgeçildi. Son olarak çok yakın tarihte 18 adamıza daha el koydular. Şöyle yüreğimizi soğutacak şekilde ağızlarının payı verilmedi. Onlar da şımardıkça şımardı. En son bir zibidi gözümüzün içine baka baka bayrağımızı yırtma küstahlığında bulundu.
Tuhaftır, yurdumuzu işgal eden ve bu millete yapmadığını bırakmayanların, kültürü, kılık kıyafeti, şapkası, kanunları, sineması, tiyatrosu, modası, dansı ve daha neleri neleri alındı… Alınanlar bir tarafa neler neler verildi? Misak-ı Millî sınırlarına dâhil Musul-Kerkük mü dersiniz, Kıbrıs, Kudüs, Halep mi dersiniz… Ya şu Ayasofya’nın camilikten çıkarılmasına ne demeli…
Çocuklarımız kılık kıyafetleriyle, yaşayışlarıyla onlara benzedi. Analar, babalar, dedeler, nineler dizlerini dövüp duruyor. Bu nesil hangi ara böyle oldu diye…
Kurtulmak, temsilî olarak düşman birliklerini kovmakla olmaz. Gerçek kurtulmak, dün bize düşmanlık edenlerin, bugün gözümüzü oymak için fırsat bekleyenlerin kültürünü, yaşayışını reddetmekle olur. Ordumuzu güçlendirmekle, silah sanayisini geliştirmekle olur. İlimde, teknolojide ilerlemekle olur. Daha bağımsız bir sosyal medyamız, internetimiz, haberleşme sistemimiz yok. Bırakınız uçağı, savaş uçağını, yerli otomobilimiz, yerli cep telefonumuz yok.
Bu ülkenin bütün âkil yani aklı başında adamlarına soruyorum: Yahu şu İstanbul Sözleşmesi niçin imzalandı. AB’ye uyum yasaları diye binlerce kanun niye alındı? Dün yurdumuzu işgal edip de, senenin neredeyse bütün günlerinde “işgalden kurtuluşu” kutladığımız o işgalcilerin aralarında yer almak için neden bu kadar gayret gösteriyoruz?
“Yahu sen de eskileri kurcalama! Bütün olar mazide kaldı!” diyenlere, 90 küsur yıldır sancıdan kıvranmamızın asıl müsebbipleri kim diye sormak isterim. Darbelerde, ekonomik ve sosyal krizlerde parmağı olanlar kim? Irak’a, Suriye’ye gelip çöreklenenler, üsler kuranlar kim? Burnumuzun dibine turistik seyahat yapmak için mi geldiler? Ülkemizdeki bu kadar üslere, daha kolay şiş kebap, baklava yemek için mi yerleştiler?..
Yüz yıl önce bize kan kusturan o iğrenç suratlardan kurtulmak gerçekten kutlanmaya değer? Benim zihnimi kemiren soru şu: Dün bize bunları yapanlardan gerçekten kurtulduk mu? Bir başka soru daha: “Kurtulmak” denilince siz neyi anlıyorsunuz?
Not: İdlib’deki şehitlerimiz ciğerimizi dağladı. Ordumuzun ve milletimizin başı sağ olsun. Söylenecek söz çok. Ancak sözden ziyade icraat zamanı. Onu da akl-ı selim sahiplerinden bekliyoruz. Şimdi bu vatana sahip çıkanların kafa kafaya verip konuşma zamanı. Birlik zamanı…