Çoğumuz aynı şeyi yaparız; Yaa deriz, şaşırırız vay be deriz, sıkma canını boş ver deriz, hayat devam ediyor deriz, hakkına hayırlısı buymuş belki deriz… Bir sürü şey söyleriz. Ne var ki ‘sorunu’ olan kişi o sorunu kendi içinde yaşarken sorunun yansımaları da dışa vurur; Sesine vurur, bakışına vurur, yürüyüşüne vurur, duruşuna vurur, davranışına vurur… İçinde sorunlarla ‘boğuşan’ kişilerin bir yürüyüşüne bakın isterseniz! Her şey hepimizin gözü önünde yaşanıyor. Çoğumuz görmezden geliriz. Aslında Anayasa'nın bir maddesi de şöyle olmalı: Görmezden gelmek suçtur! Anayasanın ‘görmezden gelme ilkesini ihlal ettiğinden, sanık suç işlemiştir.’ Ses çıkarmayız! Birikir, biriktiririz, kırıklar-çıkıklar oluşur! Vücudumuzda ters bir hareketle bir zorlama ile; Omuz çıkar mesela, ayak burkulur, lif atar, eklem yerinden bir kemik çıkar ya da çatlar, kırılır. İç çıkıntı, iç kırıklıkları, iç burkulmaları ise öyle değil. Belli etmez kendini, birikir. Kalp kırılır mesela, ciğer burkulur, ses bozulur, mide yanar, akıl yerinden oynar, bir şeyler içinden çıkar gider. Ara ki bulasın! Yerine koyamazsın. Yani çoğumuzun aslında içimizden çıkan kırılan şeyler için bir ‘tamirciye’ gitmek şart. Bu tamiratlar içim ‘çıkıkçı-kırıkçıya’ ihtiyacımız var. Böyle ‘dükkanlar’ açılmalı. Para kazanmak için değil ‘Kamu hizmeti’ olsun diye. Kalpleri tamir eden kalp ustaları,kendini arayanlar için kayıp bürosu! Yüksek kamu hizmeti gözetildiğinden vergiden muaf tutulmalı böyle ‘dükkanlar’. Kalbi kırılan, aynı avuntu sözleri duymaktan midesi bulanan, ciğeri burkulan, aklını yitiren hemen herkes kolaylıkla hizmet almalı. -Hayırdır? -Kalbim kırıldı? -Neden? -Sevgilim eski sevgilisine döndü, eşim eskisi gibi değil, kardeşim oyuncağımı aldı, İşten çıkarıldım, iş bulamıyorum, evsizim, evliyim, alacağımı alamıyorum, ev sahibi evden çık dedi, borçluyum, aldatıldım, kandırıldım, siftah yapmadım işler kesat, kuraklık bütün ekinlerimizi kuruttu, amirim bana taktı, boşum bomboş, göç edeceğim, geleceğim karardı,…v.s -Eee seni sevmemiş zaten,boş ver bak hayat çok güzel kuşlar ötüyor bahar geldi. Git başkasını sev, başkası da seni sevecektir. -Aaa teşekkür ederim bu aklıma gelmemişti. Lay loy lom.. Kalbim yerinden çıkmıştı, yeniden taktınız. Borcum ne kadar? -Borcunuz yok, kamu hizmeti! Bu kadar işte, ’çıkıkçı-kırıkçı’ dükkanında işlem tamam! -Aloo, merhaba kendimi tutamıyorum içimde biriken ne varsa sosyal medyadan veryansın ediyorum: Öfke, nefret, kaygı, hayal kırıklığı, kişisel beklenti ne varsa yazıyorum. Ortalık ‘Kel Ali’nin bağı” gibi! Hikayeyi bilirsiniz: Başkasının işine gitmekten kendi bağına zaman ayıramaz Kel Ali! Döner bakar ki bağını otlar basmış! -Gene mi? Dükkana gel! -Güvenmiştim, siyaset adil değil, satıldım.Çok kırıldım, çok kırdılar beni! -Konjonktüreldir. -Başlarım konjonktüre? -Ayıp oluyor ama yakışıyor mu senin gibi siyasetçiye, yarın sıra sana gelebilir. -Öyle mi? -Tabi ki, siyaset uzun soluklu bilmiyor musun? Akıllı ol, bak memleketin haline! Siyaset tek başına yapılmaz ki, çözüm hep birlikte bulunur! -Evet ya, oh be bu iyi geldi, borcum? -Borç yok, siz iyi olun, iyi geçinin birbirinizle! Memleket, memleketlerimiz travmadan geçilmiyor. Kafası yarılmış, kolu kırılmış, kalbi yerinden çıkmış, sırtına bıçak yemiş, aç kalmış susuz kalmış neredeyse bir çoğumuzda ‘travma sonrası stres bozukluğu’, depresyon; Ağır, aksak, yorgun, kırgın en gencimizden en yaşlımıza zenginimizden fakirimize hep şikayet aynı şikayetler! Ben yoksam tufan değil, sen yoksan bir eksiğiz! Kendi bireysel hesaplarımızdan dolayı ülkede sorunlar birikti. Ülke bu haldeyse hepimiz sorumluyuz. Şehir bu haldeyse bana ne diyemez hiç kimse! Nerede o kellesi koltuğunun altında kendini ateşin ortasına atıp yanıp tutuşup kavrulanlar. Ne demişti şair: Ben yanmasam sen yanmasan…. Yani bu kırıkla çıkıkla ‘yol’ yürünmez. Ya kırığımızı çıkığımızı kendimiz tamir edeceğiz, söküğümüzü yırtığımızı kendimiz dikeceğiz ya da ‘dön babam’ aynı şeyleri yaşayıp, yaşatıp mutsuz, umutsuz memleketin haline bakıp bakıp üzüleceğiz. Seçim bizim, seçimi seçimden önce yaptıkların belirler. ”Gün ola devran döne umut yetişe.” Dostoyevski’nin bir sözünü de kamu hizmeti olsun diye şuraya yazalım: ”Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıklıkları değil. Yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır.” Ya Dostoyevski’nin sorunlu roman kahramanları gibi birbirimize çarpa kırıla döküle ‘gezineceğiz’ ya da yeni bir gelecek inşa edeceğiz hep birlikte. Seçim bizim: Ya görmezden geleceğiz ya görünür kılacağız.