?>

Havz-ı kevser’den kovulmak da var!

Burhan Bozgeyik

4 yıl önce

Geçenlerde şöyle bir düşündüm, çağımızda değerli bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur eserleriyle tam 54 yıl önce tanışmışım. Dedem yarım ümmî idi. Osmanlıca okur, Latince bilmezdi. Hastalandığında bir ahbabı kendisine Bediüzzaman Hazretlerinin Hastalar Risalesi isimli eserini hediye getirmişti. Dedem de bana okuturdu. İlaçlardan daha çok tesirli olduğu görülmekteydi. Sonradan o eseri dedem bana verdi, ben de değerli bir hatıra diye kütüphaneme koydum. O tarihten sonra da bu eseri okuyan kimselerle tanıştım, Risale-i Nur külliyatına dâhil eserleri defalarca okudum. O geniş camia üzerine oynanan oyunlarla ilgili daha önce altı yazı yazmıştım. İki yazı daha yazıp konuyu noktalayacaktım ki araya Ramazan-ı Şerif girdi. Bu mübarek ayda yaşadığımız manevî iklimin tesiri ter ü taze dururken bu mühim konuya devam edelim ve iki yazı ile bitirelim, inşallah…

Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken eserlerine parmak karıştırılmasına ve talebelerinin Cadde-i Kur’ân’iyenin dışına çıkmasına müsaade etmemiş, zehirlenmek, ağır darbeler yemek pahasına, “Kur’ân’a hizmetkârlık davasından” ve “sahabe mesleği”nden taviz vermemiştir. Ancak ne olduysa, vefat ettiği günden itibaren olmuş, bir el bu camianın içerisine girmiştir. 23 Mart 1960’da toy birer delikanlı olan 6 kişi elde edilmiş ve bunlara “4 şartı yerine getirdikleri takdirde” cemaatin başı yapılacakları söylenmiştir. O şartların ne olduğunu önceki yazılarımızda anlatmıştık. Bediüzzaman’ın vefat ettiği gün Vatikan Temsilcisi Marovitch’in Urfa’da olduğunu bilmekteyiz. Bunu bizzat kendisi söylüyor. Orada o altı kişiyle toplantı yapıp yapmadıklarını bilemiyoruz. Ancak sonradan bu altı “lider şahsiyetin” Marovitch ile ve Vatikan’ın diğer sözcüsü ve CIA ile bağlantısı olan Thomas Michel ile “kanka” olduklarını bilmekteyiz. Bu Vatikan sözcüleri sempozyumlarda konuşmacı olarak ağırlanmış, Michel denilen kimseye dershanelerde “teberrüken” Risale okutturulmuştur. (Hâlbuki fıkıh kaidesine göre tefsirlerin abdestli okunması tavsiye edilmiştir. Bu Kur’ân tefsirlerinin müşrik ve abdestsiz kimselerin eline verilmesi, onlara itibar gösterilmesi caiz değildir.) Ancak o dört madde arasında yer aldığı üzere, bu camia; fıkıh öğretmemeyi, medreselerde hadis ve fıkıh kitapları, Risale-i Nur’lardan başka tefsir kitapları bulundurmamayı temel esas edinmişlerdi. Peki, bunun neticesi ne olur? Allah muhafaza, işin içinde Havz-ı Kevser’den kovulmak vardır.

Bana okudukça çok tesir eden bir hadis-i şerif var. Mealen aktarayım. Mahşer yerindeki Peygamber Efendimize (a.s.m.) ihsan edilen Kevser Havuzu’nun başına sadece ve sadece mümin olanlar gelmekte ve oradan su içtiğinde artık susuzluk çekmemekte. İşte ta oraya kadar gelenlerden bazılarını melekler kolundan tutup sürükleye sürükleye cehenneme doğru götürmekte. Peygamber Efendimiz (a.s.m.), “Onu nereye götürüyorsunuz?” diye sorduğunda melekler şu cevabı vermekte; “Ya Resûlullah, bunların neler yaptığını biliyor musunuz? Bunlar bid’atlar icat ettiler, senin yolundan saptılar.” Bunu işiten Peygamberimiz (a.s.m.); “Allah’ın laneti onların üzerine olsun!” buyurur. O şefkatli Nebi, Allah’ın dininin bozulması harekâtına çok öfkelenmiştir. Bizim eski göz ağrımız Yeni Asya’nın 23 Mart 2021 tarihli manşetini görünce aklıma bu hadis-i şerif geldi. Şu manşeti atmışlardı: “Said Nursi Demokrasiyi Savundu”. Be Allah’tan korkun! Hiç mi vicdanınız sızlamadı, yüreğiniz titremedi. Bir İslâm âlimine böyle bir iftira atılır mı? Başta da söyledim, elli küsur yıldan beri Risale-i Nur eserlerini okurum, Bediüzzaman’ın hiçbir eserinde “demokrasi”nin müdafaası geçmez. Bu eserler baştan sona İslâm’ın, Kur’ân hakikatlerinin müdafaasıdır. Demokrasi bambaşka bir sistemdir. Onu da ona inananlar müdafaa etsin. Yeni Asya’yı şu anda ele geçirmiş olanlar müdafaa etsin. Bediüzzaman’ı karıştırmasınlar, istismar etmesinler. Bu gibi ifadeler Bediüzzaman’ın ruhunu muazzep eder. Yıllarca eserinden istifade ettiğim bu değerli İslâm âliminin hukukunu müdafaa etmek elbette benim temel görevlerim arasındadır.

Bediüzzaman ve Risale-i Nur deyince akla sahabe mesleği gelir, doğru İslâmiyet gelir, Kur’an hakikatleri gelir, Kur’ân’ın yeryüzüne hâkim olması davası gelir. Bu çizginin dışına çıkıldı mı neticesi Havz-ı Kevser’in kenarına kadar gelip oradan kovulmaktır. İşte en acısı da budur. Allah muhafaza eylesin…

YAZARIN DİĞER YAZILARI