Hayâ, dinimizin en temel esasıdır. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.), “El hayâu mine’l iman” (Hayâ imandandır) buyurarak bu hakikate dikkatleri çekmiştir. İşte zındıka komitesi, İslâmiyet’i çok iyi analiz ederek, Müslümanları bu noktadan avlamak, vurmak istemiştir.
Lütfen son yüz senede âlem-i İslâm’da yapılanları gözünüzün önüne getirip salim kafayla düşününüz. O zındıka komitesinin bütün yaptıkları, Müslüman kadınların ve erkeklerin hayâ perdesini yırtmak üzerine kurulu. Peki, muvaffak oldular mı? Evet, hem de nasıl…
Tesettür-ü şer’î Müslüman hanımlar için çarşaftı. (Ahzâb Suresi 59. ayetin sarihi ifadesiyle ve 350 bin tefsirin açıklamasıyla bu böyledir.) Bin dörtyüz yıldır, âlem-i İslâm’daki uygulama da budur. Anadolu’daki bin yıllık tatbikat da böyledir. Ta ki 27 Mayıs 1960 tarihine gelinceye kadar. Bu darbenin ardından, darbeciler, -sanki başka işleri yokmuş gibi- “Çarşafla mücadele haftası” başlattılar. İhtilâlin valileri, belediye başkanları bile işi gücü bıraktılar caddelerde ve sokaklarda çarşaflı hanım avına çıktılar. Bizim Antep’te bir hanımın çarşafına el uzatılınca kurtuluş savaşı başlatıldı. Hakeza Maraş’ta da öyle… İhtilâlciler bizim o şanlı mücadelemizi unutmuş gözükerek çarşafa el uzattılar. Müslüman kadınların çarşafını alıp yerine başörtüsü ve manto verdiler. Çarşafın yerini başörtüsü ve manto aldı. Derken derken o da gitti. Derken etek de gitti. Pantolon, hatta tayt ile sokakta dolaşılmaya başlandı. Ya plajlara, plaj kıyafetlerine ne demeli? Plaj kıyafetine benzer kıyafetlerle sokaklarda dolaşılmasına ne demeli? Nereden nereye gelindi…
Hayâlı olmayı sağlayan bir diğer temel farz, “haremlik-selamlık” usulüne riayet etmekti. Namahremle ihtilat emekten sakınmaktı. Kadın ve erkeklerin karman çorman olmaması idi. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) namahrem kadınların elini sıkmamıştı. Derken derken, hayâ perdesinin bu yönü de paramparça edildi. Düğünlerde karışık halay çekilir, birlikte oynanır oldu. Arada nikâh bağı olmaksızın kadın ve erkeğin görüşmesi, gezmesi, konuşması, vs. normal karşılanır oldu…
Evet, zındıka komitesi biz Müslümanların yumuşak karnını bulmuştu. Böğrümüze böğrümüze vurmaya başladılar. Önce gazete ve dergilerde müstehcen resimler koydular. Sonra müstehcen ve iğrenç filmler çevirttiler, getirttiler (1970’li yıllarda), derken işin içine televizyon girdi. Kanallar çoğaldı. Kanallar lağım kanallarına benzer oldu. Filmlerde, dizi filmlerinde zina fiili normal bir işmiş gibi sık sık işlenmeye başlandı.
“Batılı tasvir, safi zihinleri idlâl eder” sözüne uyarak, daha fazla tasvir etmeyeceğiz. Arif olana bir işaret yeter. Zaten anlayan bu kadarcık hatırlatmayla anlamıştır.
İşin doğrusu sadece bizim ülkemizde değil, bütün İslâm âleminde ve Müslümanların yaşadıkları her yerde “hayâ perdesi”ni yırttılar. Yırtmak ne kelime, paramparça ettiler. Öyle ki, artık namahreme bakmayanlar, onlarla bir arada bulunmaktan çekinenler, ayıplanır, horlanır, kınanır oldu. Ondan sonra da vay niye şöyle, vay niye böyle, vay niye başımıza bunlar geldi diye sızım sızım sızlanıyoruz. Yahu başımıza korona musibeti gelmiş, bir şey mi, mevcut manzara karşısında başımıza taş yağsa yine az…
Meşhur Farsça sözdür: “Bî edeb mahrum başed, ez lutfi Rab” denir. Yani: “Edepsiz Allah-u Teâlâ’nın lutfundan mahrumdur.” Biz Rabbü’l âleminin lutfunu talep ediyorsak, ilk önce edebimizi takınmalıyız. Kılık kıyafetimizle, yaşayışımızla, davranışımızla “edepli” olmalıyız.
Edepli, hayâlı olmanın yolu, “güzel ahlak timsali” Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sünnet-i seniyyesini tatbik etmekten geçer.
Hayâ perdesini yırtan bütün söz, davranış, fiil ve sanat adı altında yapılan pespayeliği reddediyorum, protesto ediyorum. Edepsizliğe set çekmeye gücüm yok. Elimde bir tek kalemim var. İşte bu kalem vasıtasıyla bütün Müslüman kardeşlerime sesleniyorum. Geliniz sünnet-i seniyye dairesinde edebimizi takınalım. Hayâ perdesini yırtmak isteyenleri protesto edelim. Onların mevkutesini evimize sokmayalım, onların kanallarını takip etmeyelim. Tâ ki onlar da hayâlı oluncaya kadar…