NATO, ABD ve AB ile münasebetlerimizi hülasa olarak ele aldık. Bu münasebetlere baktığımızda, devamlı kazançlı çıkan tarafın onlar olduğunu görmekteyiz. Devletler hukukunda “kazan-kazan” esastır. Yani her iki tarafın çıkarları dengeli olmalıdır. Bu kâr-zarar dengesine baktığımızda, devamlı zarar eden taraf biziz. Bu işte bir terslik, bir esrârengizlik yok mu?
ABD’yi ele alalım. Çok tuhaftır, bu ülke ta başlangıcından beri hiçbir meselede bizim lehimize tavır almadı. Lozan Antlaşması’nı imzalamadı. Sebebi, Ermenistan’a toprak vermediğimiz için. Sonraları hayatî meselelerde hep bize köstek oldu. Kıbrıs’taki Rum caniler, oradaki kardeşlerimizi hunharca katlederken, Türkiye defalarca müdahale için teşebbüs etti. Ancak her defasında ABD karşı çıktı ve müdahaleyi engelledi. 1964’teki katliamlar sırasında Türkiye, müdahale için harekete geçti. ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’un, o devirde başbakan olan İsmet İnönü’ye gönderdiği 5 Haziran 1964 tarihli mektupla, bu müdahale durduruldu. Geçen yazımızda belirttiğimiz gibi, 1974’te Kıbrıs’a müdahalemizden sonra bize ambargo uyguladı. Birinci ve İkinci Körfez savaşlarında ülkemizdeki üsleri babasının çiftliği gibi kullandı. Buradan havalanan uçaklar, binlerce sorti yaptı ve on binlerce bombayı Irak’taki kardeşlerimizin üzerine attı. Toplamda iki milyona yakın masum insan can verdi.
NATO, hiçbir zaman bizim ve Müslümanların lehine davranmadı. SSCB’nin dağılmasından sonra, düşman kuvvetlerin rengini yeşil olarak belirledi. Yani onlara göre düşman, İslamiyet idi. Bunu da Bosna savaşı esnasında gösterdi. NATO kuvvetleri Bosnalı Müslümanları korumadı. BM’nin sözde “Barış Gücü’ne” bağlı Hollandalı askerlerin gözü önünde Sırp caniler, 11 Temmuz 1995’te Srebrenitsa’da tarihin en korkunç katliâmını gerçekleştirdiler. 9.372 sivil Müslüman’ı hunharca katlettiler.
Bizim topraklarımızı ve bizim topraklarımızdaki üsleri kullanarak, bu ülkeyi idare edenlerin diplomatik desteğini alarak, Irak, Suriye ve Libya’daki petrol yataklarına çöktü. Hep onların dediği oldu, kazanan hep onlar oldu. Birinci Körfez Savaşı esnasında ülkemizi idare eden politikacılar, “Bir koyup üç alacağız” dedi. İkinci Körfez Savaşı’nda idarecilerden bazıları, “Irak’a ilk bomba düştüğünde 8 milyar dolar hesabımızda” dedi. Bu son derece sancılı ifadeler bir tarafa, ülkemiz bu hadiselerde hep zararlı çıkan taraf oldu. Bütün bu hadiselerde ülkemiz mülteci akınına uğradı. İşin Türkçesi, kazanan hep onlar, kaybeden hep biz olduk.
AB ile münasebetlerde de öyle oldu. Bize devamlı “ev ödevi” verdiler, “Şu kanunları çıkarın, gelin!” dediler. İdareciler denileni yaptı, ancak onlar hep yeni şartlar öne sürdüler. Onların sözüne kandık, ahlak gitti, aile yapısı çöktü, boşanmalar çığ gibi artmaya başladı. Ülkemiz mülteci deposu oldu. Ancak onların umurunda olmadı. Onlar kazançlarına baktılar. Gümrük vergilerini hep kendi lehlerine değiştirttiler.
Bu kadar laftan sonra, buraya bir nokta koyup şu soruyu soralım: Yahu, biz bin sene bunlarla kavga etmedik mi, savaşmadık mı? Birinci Dünya Savaşı’nda kimlerle savaştık? Çanakkale’de kimlerle savaştık? Gaziantep’te, Kahramanmaraş’ta, Şanlıurfa’da kimlerle savaştık? Kurtuluş Savaşı’nda kimlerle savaştık? Daha dün ülkemizi işgal edenler bunlar değil miydi? Sevr’i dayatanlar bunlar değil miydi? Yalnızca Sevr’e bakmak kâfi değil mi? Ülkemizi yedi parçaya bölmek isteyenler bunlar değil miydi? Son 50 senede 50 bin vatan evladının şehit verilmesinin müsebbibi bunlar değil mi?
Ülkemize göz dikenler, sinsi taktiklerle üzerimize üzerimize geliyorlar. Kültürlerini, paralarını silah olarak kullanıyorlar.
Durup durup soracağız: Biz onların sömürgesi miyiz? Biz onların kölesi miyiz? Hem kucağımızda oturacaklar, hem sakalımızı yolacaklar! Hem yüzümüze gülecekler hem de kuyumuzu kazacaklar! Hep onların dediği oldu. Bu böyle devam edip gidecek mi?