?>

İman, Ancak İbadetle Korunur!

Burhan Bozgeyik

6 yıl önce

Bu kâinatın ve ahiret yurdunun Sahibi ve Malikî olan Allah-u Azimüşşân (c.c.), ebedî hayattaki mekânlardan biri olan cennette ikamet için imanla kabre girmeyi şart koşmuştur. Onun içindir ki “Lâ ilâhe illallah Muhammedürresûlullah” mübarek kelimesi mizanda ağır gelecek ve bu mübarek kelimenin bütün esaslarına iman edenler için cennete giriş beratı olacaktır.

İman ettikten sonra onu muhafaza etmek öyle kolay değildir. Hele de Deccaliyet ve Süfyaniyetin ortaya çıktığı böyle bir zamanda. İmanı muhafaza etmek için ibadet etmek ve ibadetin bütün nevilerini kabullenmek, sahip çıkmak, o nevilerin hâkimiyetini istemek ve onun için çalışmak şarttır. Bunun için de evvelemirde bu hayatî konuları Kur’ân-ı Azimüşşân’a ve hadis-i şeriflere dayanarak açıklayan eserleri okumak lazımdır. Bu eserlerden biri de Bediüzzaman Said Nursî’nin cihat meydanında, Kafkas Cephesi’nde Alay Kumandanı iken cephede yazmış olduğu İşâratü’lİ’caz isimli eseridir. Arapça telif edilmiş olan bu nadide eser, bir satırı ve bir kelimesi dahi atlanmadan dilimize kazandırılmış durumda. Bu eserin tercümesi ve şerhi sadedinde bu ana kadar beş cilt yayınlandı. İki cilt daha yayınlandıktan sonra bu mükemmel çalışma 7 cilt olarak tamamlanmış olacak. 

Bu eserin Bakara Suresi’nin 21 ve 22. ayet-i kerimelerinin tefsirinin yer aldığı 5. cildinde iman ile ibadet arasındaki kopmaz bağ hususunda çarpıcı izahlar yapılmış. Şöyle denilmekte:

“…Hem Müellif (r.a.) diyor ki; ‘Akaidin tasavvuru ve mesâil-i imaniyenin (imana dair meselelerin) kalplerdeki rüsûhu (yerleşmesi, pekişmesi) için, daimî bir müzekkire (hatıra getirene), bir mükerrire (tekrar edene) ihtiyaç vardır. O müzekkir ve mükerrir ise, ancak ibadettir.’ Ya’nî, imanla alâkalı mes’eleleri daima hatırlatacak bir amil lâzımdır ki, insan gaflete girmesin; Allah’ı unutmasın. Bu hatırlatıcı da ancak ibadettir.” (Arabî İşârâtü’lİ’câz Meal ve Şerhi, c. 5, s. 40)

İnsana daima Allah-u Teâlâyı hatırlatan ve imanı muhafaza eden ibadet deyince ne anlamalıyız? Eserde bu konuda da açıklama yapılmakta. Şöyle ki:

“Müellifin (r.a.) burada ibadetten maksadı, sadece namaz, oruç, zekât gibi ibadetler değildir. Elbette bütün ibadetlerin her çeşidini içine alan namaz, en başta gelir. Bununla beraber, bütün ibadetler, derecesine göre bu ta’bîrde dâhildir. Meselâ; hırsızın elini kesmek, kısasa kısas hükmünü uygulamak, tesettür-ü şer’iyi tatbik etmek, mirasın taksimatını Kur’ân’ın emrettiği şekilde yapmak, ukúbat (ceza hukuku), muamelât (alışveriş hukuku), münâkehâtı (evlilik hukuku), kısaca farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olan bütün ahkâm-ı İlâhiyye’yi icra ve tatbik etmek, bu ta’bîrde dâhildir. Keza, devlet ve hılâfet-i İslâmiyye ile alâkalı ahkâm-ı Kur’âniyye’yiicrâ ve tatbîk etmek, bu ta’bîrde dâhildir. Keza, ‘Şeáir-i İslâmiyye’ diye ta’bir edilen bütün farz-ı kifâye ve sünnet-i kifâyeler, bu ta’bîrde dâhildir.

Demek, Müellifin (r.a.) ‘ibadet’  kelimesinden maksadı; Kur’ân-ı Azimüşşân’ı yeryüzüne hâkim kılmak; ahkâm-ı Kur’âniyye’yi, ilmî, amelî ve edebî sahalarda icra ve tatbik etmektir. Şayet Şeriat-ı Garrâ’nın ahkâmı ictimâî hayatta icra ve tatbik edilmezse, terke uğrarsa; o zaman Allah ve âhiret unutulur; toplumda şer ve fitne hâkim olur. Âlem-i İslâm’ın şu andaki hâli, buna bariz bir delildir.

Evet, mü’min, hem ahkâm-ı Kur’âniyye’ye inanacak; hem de inancının gereği olan o ahkâmı icra ve tatbik edecektir. Ta ki, o iman ve inanç, sağlam kalsın; za’fa uğramasın.” (a.g.e., s. 41)

Peki, bu şekilde her Müslüman’ın sahip olması gereken inanç kaybolursa ne olur? Eserde bu sorunun cevabı da var. Şöyle denilmekte:

“…Bunlar terke uğrarsa, tezekkür ve tekerrür de gider; iman da zaifleşir; imanın eseri ve tesiri kalmaz. Keza, memlekette fısk u fucur artar; huzur da kalmaz. Bunun neticesine terettüp eden âhirettekiazâb-ı İlâhî’den başka, dünyada da onun cezasını umum İslâm toplumu çeker; belâ ve musibetten kurtulamaz. Şimdiki hâl-i âlem, bu da’vânın şahididir.” (a.g.e., s. 41)

YAZARIN DİĞER YAZILARI