Bu kâinatı yaratan Rabbimiz, insan nevini yarattıktan sonra hepsini cennete dâvet etmiştir. “Hayy” ismiyle tecelli buyuran Cenab-ı Hak, insana can vermiş, buna ilaveten bir de İslâmiyet gibi mânevî can vermiştir. Her doğan çocuk “İslâm fıtratı üzere” dünyaya gelmiştir.
İslâmiyet bizim canımızdır. İki cihan saadetinin kaynağıdır. 124 bin peygamberin getirdiği dinin adıdır. İslâmiyetsiz hayat, zulümattır, zillettir…
İslâmiyet bize şerefli bir hayatın şifrelerini vermiştir. Kur’an’da ve hadiste belirtilen bu şifreleri kullananlar izzet, vakar ve şeref sahibi olmuşlardır. 600 sene payidar olan Osmanlı Devleti, bunun canlı örneklerindendir.
İslâmiyet, en başta sağlam bir îmanı telkin eder. İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki îmanı elde eden bir kişi kâinata meydan okuyabilir. İman, cennet yurdunun anahtarıdır.
İslâmiyet demek, Allah’ın hükümlerinin hâkimiyeti demek.
İslâmiyet demek, bütün Müslümanların kardeş olması, bir ve beraber olması demek.
İslâmiyet demek, devlet demek, cihad demek, Allah’ın sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemek demek…
İslâmiyet, ahlak demek, edep demek, haya demek…
İslâmiyet, muhabbetle dolu olmak demek. Sağlam aile bağı demek. Sıla-i rahim demek. Samimi uhuvvet demek…
Konumuzla ilgili Bediüzzaman Hazretleri’nin Kur’an’dan ve hadisten almış olduğu bazı derslerine göz gezdirelim:
“İhyâ-yı din, ihyâ-i millettir; hayat-ı din, nûr-u hayattır.”
“Mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyet’ten elini gevşetme, dört el ile sarıl! Yoksa mahvolursun.”
“Paslanmış bîhemtâ [eşsiz] bir elmas, dâimâ mücellâ [cilalı, parlak] cama müreccahtır [tercih edilir].”
“Eskiden beri İ’lâyı Kelimetullahı ve beká-i istiklâliyeti ve İslâm için farz-ı kifâye-i cihâdı deruhte ile kendini, yekvücud olan âlem-i İslâm’a fedâya vazifedâr ve Hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiye’nin (Osmanlı Devleti’nin) felâketi, âlem-i İslâm’ın saadet ve hürriyet-i müstakbelesiyle [gelecekteki hürriyetiyle] telâfi edilecektir. Zîra şu musibet, mâye-i hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiye’nin [İslâm kardeşliğinin] inkişâfını hârikulâde tâcil etti [çabuklaştırdı].”
“Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl [hastalıklı] bir uzvun reçetesi ittibâ-ı Kur’ân’dır.”
“Azametli bahtsız bir kıt’anın [Asya kıt’asının], şanlı tâli’siz bir devletin [Osmanlı Devleti’nin], değerli sahipsiz bir kavmin [ümmet-i Muhammed’in] reçetesi İttihad-ı İslâm’dır. [İslâm birliğidir]” (Mektûbat, Hakikat Çekirdekleri)
İfadelerden de anlaşılacağı üzere Bediüzzaman, “Hakikat Çekirdekleri” ismini verdiği bu vecizeleri, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında telif etmiştir. Kur’an’dan almış olduğu reçeteyi matbuat lisanıyla Osmanlı Devleti idarecilerine ve bütün âkil adamlara sunmuştur. Ancak o devrin idarecileri yönlerini Batı’ya çevirmiş durumdaydılar. Osman Gazi ve cihad kılıcını kuşanmış, Kur’an’a sımsıkı sarılmış evladlarının cihangirlikleri çoktan unutulmuştu. Neticede o elem verici âkıbet gelip çattı. Osmanlı Devleti’nin bu ağlanası sonu, kıyamete kadar gelecek bütün ümmete ders olmalıdır. İslâmiyet bizim hayat kaynağımızdır. İslâmiyet’ten elimizi gevşetirsek perişan oluruz, mahvoluruz. Gözümüzün önünde capcanlı duran örneklerden (Meselâ Endülüs Emevi Devleti’nin âkıbetinden) ders ve ibret alarak, izzet ve şeref kaynağımız olan İslâmiyet’e sımsıkı sarılmalıyız.
İslâmiyet, hem maddî hayatın hem de mânevî hayatın özüdür, temelidir. İslâmiyet, devlet nizamının, aile nizamının, ekonominin, maddî terakkinin müessisidir. Bütün peygamberler, insanlara hem Cenab-ı Hakk’ın Tekvinî kanunlarını hatırlatmış hem de teklifî kanunlarını ders verip hayata hâkim kılmanın mücadelesini vermişlerdir. Bu dersten mahrum kalanlar perişan olmuşlardır. Zira İslâmiyet, iki cihan saadetinin temel kaynağıdır. Ne mutlu bunu bilenlere…