?>

İslâmiyet’e, ahlakta olan bu kadar sukut nereden geldi?

Burhan Bozgeyik

5 yıl önce

Bir Müslüman olarak, “Neden bu haldeyiz?” sorusunu sormak ve cevabını aramak boynumuzun borcu. Yaralarımıza “Kur’an eczanesi”nden deva ararken, karşımıza Âl-i İmrân Sûresi’nin 100 ve 101. ayet-i kerimeleri ve bu ayet-i kerimelerin tefsirleri çıktı. Bu ayet-i kerimelerde de beyan buyrulduğu üzere, hastalığımızın kaynağı; Müslümanların düşmanlarının sözlerine aldanmış olmak ve Kur’an’a ve sünnete layıkıyla kulak vermemekti.

Âl-i İmran Sûresi’nin 100. ayetinin nüzul sebebi şu hâdise idi: Yahudi Mirşas, Müslümanların kardeşçe yaşamasını haset etti. Müslümanları birbirine düşürmek istedi. Hazrec Kabilesi’nden Cebbar b. Sahr ile, Evs Kabilesi’nden Evs b. Kayzi bu Yahudi’ye inanarak dövüşmeye kalktılar. Hâdise büyümek üzereyken Peygamber Efendimiz (a.s.m.) duruma el koydu. Evvelâ bu ayet-i kerimeye mealen bakalım: “Ey müminler! Eğer siz ehl-i kitaptan bir fırkaya itaat eder, sözlerine aldanırsanız, imanınızdan sonra onlar sizi kâfir olduğunuz hale döndürürler. Binaenaleyh; siz mürtet olursunuz.”

 

Bu ayet-i kerimenin “Hulasatu’l Beyan”da yer alan tefsirine bakalım:

“(…) İşte bu ayet-i celile: Ehl-i imanı düşmanların şerrinden muhafaza için bir düstur-u azamdır. Zira ne zaman Müslümanlar düşmanların sözlerine aldanmış ve doğru telakki etmişse zarar görüşler ve birçok felakete maruz kalmışlar ve kazandıklarını kaybetmişlerdir. Bunun sebebiyse; düşmanı dost zannıyla sözünü dinlemek ve kabul etmektir. Binaenaleyh ehl-i imanın her ne suretle olursa olsun düşmanını dost sıfatıyla dinlemesi herhalde zarardan hâli kalmamıştır. Çünkü düşmanla ihtilât ve ülfet etmek daima ahlakı ifsad ettiğinde şüphe olmadığı gibi, ahlâkın fesadı da gazab-ı İlâhi’yi calib olduğunda şüphe yoktur. Düşmanın dinimizi ifsada çalıştığında tereddüde mahal var mıdır? İslâmiyet’e, ahlakta olan bu kadar sukut nereden geldi? Tedricen düşman tarafından İslâmlar arasına sokulan telbisattan değil mi? Bunu kim inkâr edebilir? An’anatımızı unutturmaya çalışanlar o dersleri nereden aldılar ve kimlerin telkinatıyla aramıza girdiler? İşte bu gibi fena hallerle bu ayetin sırrı her zaman zuhur etmekte olduğu görülmektedir. Çünkü her ne zaman dost zannıyla aldandıksa, o zaman dinimize ve dünyamıza zarar geldi. Cenab-ı Hak müminleri zarardan vikaye için bu ayette düşmanı dost ittihaz etmemek lâzım olduğunu tavsiye etmiştir, fakat amel edenleri görelim!” (Hulâsat-ül Beyan, c.1-2, s. 680).

 

Âl-i İmran Sûresi’nin 101. ayetinin meâline bakalım: “Sizin üzerinize Allah’ın âyetleri tilavet olunduğu ve içinizde Resûlü bulunduğu halde siz nasıl küfredersiniz? Eğer bir kimse Allah’ın delillerine yapışır ve resullerine iman ederse o kimse, matlubuna ulaşmış ve doğru yola irşat olunmuştur.”

Hulasatu’l Beyan’da bu ayet-i kerime şu şekilde tefsir edilmektedir:

“Yani; ey müminler! Nasıl küfredersiniz? Hâlbuki sizin üzerinize vahdaniyete delâlet eden ayetler okunduğu gibi içinizde sizi doğru yola irşat eder resulü dahi mevcuttur. Bu kadar deliller meydandayken ve Resulullah sizi doğru yola irşat edip dururken küfretmek size yakışır mı? Bir düşmanın sözüne aldanıp eski harp fitnelerini uyandırmak sizin için felâketi mucip olmaz mı? Eğer bir kimse Allah’a itimat ve delilleriyle amel ederse, o kimse tarik-ı müstakime irşat olunmuş ve tarik-i tevhidi ittihaz etmiş olur.

 (…) Cenab-ı Hak bu ayette Allah’ın ayetlerine yapışan ve dinine itimat eden kimsenin doğru yola hidayette olduğunu beyanla herhalde şeraite yapışmanın lüzumunu tavsiye etmiştir.

Hulâsa; düşmana itaat edip sözüne itaat etmek her zaman dinî ve dünyevî fitneden hâli olmayacağı ve Allah-ü Teâlâ’ya itimat ve ayetleriyle amel eden kimsenin daima doğru yola vasıl olacağı bu ayetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir.” (a.g.e., c.1-2, s. 680-681).

YAZARIN DİĞER YAZILARI