Kânûnî Sultan Süleyman, Fransa’da kadın erkek karışık dans edileceğini öğrenir. Müslüman’ın temel vazifesi “emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” yapmaktır. Yani “iyiliği emretme, kötülüğü engelleme”. Hele de Kânûnî gibi, babası Yavuz Sultan Selim’in gayretiyle Osmanlı Devleti’nin uhdesine aldığı Hilâfet müessesesinin hâmili bir idareci ise yeryüzünün neresinde olursa olsun, Allah’ın emirlerine isyan karşısında sessiz ve seyirci kalamazdı. Kânûnî de kalmadı ve Fransa Kralı Fransuva’ya şu mektubu gönderdi:
“Ben ki, kırk sekiz krallığın hâkanı Sultan Süleyman Han’ım. Sefirimden aldığım habere göre, memleketinizde dans namı altında kadın-erkek birbirine sarılmak suretiyle, alâmele-innas (herkesin gözü önünde) icra-i lağviyyat (faydasız işler) işlenmekte olduğu mesmu’u şâhanem olmuştur (işitmişimdir). İş bu rezaletin memkeletime de sirayeti ihtimali muvâcehesinde nâme-i hümâyunum yed’inize (mektubumun elinize) vusûlünden (ulaşmasından) itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat ordu-yu hümâyunumla gelip men’e muktedirim.”
Bu mektubun tesiri yaklaşık yüz yıl devam etti ve Fransızlar, bu müddet zarfında dansı unuttular. Sonradan ne oldu? Malum. Ya bizde ne oldu? Koca Kânûnî bugünkü halimizi görse bize ne derdi? Yüreğir Belediyesi, evlenecek çiftler için dans kursu veriyor. Kursa ne hâcet! Zaten bizimkiler çalmadan oynuyor. Sözde dindar denilen ailelerin çocukları bile milletin gözü önünde dans ederek “evliliklerine ilk adımı” atıyorlar.
Hey gidi koca Sultan! İyi ki bugünleri görmedin. Ya bir de göbeği açıkları, hamam kıyafetinden daha açık kıyafetlerle dolaşanları, şimdi saymaktan, söylemekten hayâ edeceğim her türlü münkerâtın alenî işlenmesini görseydin ne derdin!
Ya Fatih Sultan Mehmed ve diğer büyüklerimiz, şehitlerimiz, gâzilerimiz, Çanakkale şehitleri ve gâzileri, Kurtuluş Savaşı şehitleri ve gâzileri torunlarının bu hallerini görseydi ne derdi?!..
Kim derdi ki buraları bin yıllık İslâm diyarı idi. Kim derdi ki şimdi bu halde olanlar, bin yıl İslâm’ın bayraktarlığını yapanların torunlarıdır. Vay esefâ! Toprak başımıza!..
İnanın Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettiğinde, o zamanlar İstanbul’da yaşayan Bizans kadınları çok daha kapalı kıyafette idiler. Kovboy filmlerine bakınız, yaklaşık iki asır önce Amerikalı kadınlar kapalı kıyafetler giymekteymiş. Kadınları kim, hangi ara bu hale getirdi? Hele de sözüm ona “Müslüman” hanımlar nasıl bu hale geldi? Onların nineleri iffet ve hayâ timsalleri idi. Nâmahreme görünmez, evlerinden dışarıya çıktıklarında çarşaflarını giyer, peçesi ile yüzünü örterlerdi. Ne demek düğünlerde herkesin gözü önünde oynamak, ne demek düğünlerde dans etmek!.. Kim bizi bu hale getirdi? Kim!.. Kim!..
Şahsen ben, en yakınlarımın nişanına, düğününe gitmiyorum. Onlara da alenen söylüyorum: “Arkadaş, İslâm âdâbına uygun merasim yapın, geleyim. Gelin hanımı yalnızca kocasının görmesi gereken kıyafetle, o kadar insanın önüne çıkarmak, sahnede durdurmak ne oluyor? Hele de herkesin huzurunda oynamak, dans etmek!.. Nişan, düğün olunca Allah’ın emirleri iptal mi oluyor, hâşâ!.. İster kızın, ister darılın. Benim nazarımda ölçü şu: Allah senden râzı olsun, isterse bütün halk küssün, ehemmiyeti yok…” Gitmiyorum ya da çok yakınlarım ise düğün salonunun dışında bekliyorum, herkesin gitmesine yakın hediyemi verip, tebrik edip dönüyorum. Ya da hediyemi gönderiyorum.
İstanbul’dan memlekete taşınalı 14 yıl oldu. Bu zaman zarfında yalnızca bir tek düğüne gittim. Komşumuz, çocuğunu evlendiriyordu. Düğün şöyle oldu: Caminin üst katında erkekler, alt katında hanımlar toplandı. Kur’an-ı Kerim okundu, ilâhiler söylendi. Güzel konuşmalar yapıldı ve merasim bitti. Yaz mevsimiydi, düğüne iştirak edenlere caminin dışında dondurma verildi. Böylece “ikram” faslı da güzelce tamamlandı.
Asr-ı saadette düğünler mescidde, camide olurdu. Bu Sünnet-i Seniyyeyi niçin tatbik etmiyoruz? Camilerimiz ne güne duruyor. Ya da düğünlerimiz, İstanbul’da pek çok camiin yanında olduğu gibi erkeklerin ve hanımların ayrı ayrı salonlarda ağırlandığı, yemek ikramının da olduğu mekânlarda olsa ne güzel olur.
48 krallığa baş eğdiren koca Kânûnî, bizim zıpırları görse ne derdi!..