?>

Kâinatın Efendisi’nin (A.S.M.) Miracından Bizim Miracımıza…

Burhan Bozgeyik

4 yıl önce

Nicedir miraç hakikati üzerinde düşünmekteydim. Miraç Gecesi öncesinde ve yatsı namazını camide kıldıktan sonra Bediüzzaman Hazretleri’nin, Mirâc-ı Nebeviyeye (a.s.m.) Dair 31. Söz isimli eserini okudum. O eserde, İsrâ Suresi’nin 1. ayeti ile, Necm Suresi’nin 4-18. ayet-i kerimeleri dört esasla tefsir edilmekteydi: 1. Mi’racın Sırr-ı Lüzûmu, 2. Hakikat-ı Mi’rac Nedir? 3. Hikmet-i Mi’rac Nedir?, 4. Mi’racın Semeresi ve Faydası Nedir? Bu yazımızda işte bu dört esası hülasa etmeye çalışacağım.

Rabbimiz, bizim çok az kısmından haberdar olduğumuz şu kâinatı bir kitap gibi vücuda getirmiş. Yedi kat sema da bu kitapta yazılanlardan bir kısmı. Düşünün şu dünya semasında 350 milyardan fazla galaksi var. Her bir galakside 300-500 milyar yıldız var. Bir yıldız dünyamızdan bir milyon defa daha büyük. Bu muhteşem büyüklükteki sema tabakasının bütün yıldızlarında melekler dolu. Hem de bir karışlık boş yer kalmamacasına. Peki diğer altı sema tabakasında neler var? Arş, kürsi nasıl? Bütün bunlar “geçici mekânlar”. Bu kâinatı yaratan Rabbü’l Âlemin, kıyamet ile bütün bu âlemleri harap edecek. Ancak şu an mevcut olan cennet ve cehennem aynen kalacak. Bütün bu âlemler, meçhul kalsa, hiç bilinmese tanınmasa olur mu? İşte Rabbimiz (c.c.), bu âlemi nurundan yarattığı, kendisine muhatap ve Halil seçtiği, bu kâinat kitabını okutturup beşere okutmak ve öğretmekle vazifelendirdiği Peygamber Efendimizi (a.s.m.) Miraç Gecesi’nde, bütün bu âlemlerde gezdirmiş. Gerçekte, bütün mevcudat Peygamber Efendimizi (a.s.m.) tanımakta. Bütün mevcudat, atomdan da küçük parçacık olan zerreler dâhil her an Cenab-ı Hakk’ı zikretmekte. “La ilahe illallah” demekte. Yüzüncüde ise illâ “Muhammedü’r-resûlullah” demekte.

İşte Miraç Gecesi, Rabbimiz (c.c.), Habib-i Ekrem’ini, Kâinatın Efendisi’ni (a.s.m.) başta sema tabakalarındaki sekeneleri olmak üzere bütün mevcudata tanıttırmış. İsra Suresi’nde haber verildiği üzere Efendimiz (a.s.m.), ilk önce Mescid-i Haram’dan, yani Kâbe’den Kudüs-ü Şerif’teki Mescid-i Aksa’ya gelmiş. Burada imam olarak bütün peygamberlerin ruhlarına namaz kıldırmış. Oradan da semaya yükselmiş ve bütün sema tabakalarını, Rabbimizin bin bir esmasının tecelli merkezlerini, oradaki peygamberleri ve melekleri görmüş. Cennet ve cehennemi görmüş. En son olarak da Rabbü’l Âlemin’in tecellisine mazhar olmuş ve Rabbimiz ne şekilde görülmesini arzu buyurmuşsa, o şekilde görmüş. Rabbimizi bu dünyada, dünya gözüyle gören ilk ve tek beşer, Kâinatın Efendisi’dir (a.s.m.). Cennette ise, kadın ve erkek bütün müminler görecektir. İşte o rü’yet; dünyanın bin sene mesudâne hayatı, cennetin bir saatine denk gelmezken, cennetin bin senelik hayatı da bir anlık rü’yet-i İlâhiye denk gelmeyecektir. Yani o kadar muhteşem, lezzetli, güzel anlardır. Rabbim bizlere nasip eylesin…

Bu muhteşem seyahati akıldan uzak görenlere, şu kadarını söylemek isteriz. İnsanın yürüyüş sürati ayrı, gözün bakışıyla kat ettiği mesafe ayrı, ışığın sürati ayrı, hayal sürati ayrıdır. İnsan teleskopla, Neptün’ü bir anda görebilmektedir. Bütün bu kâinatın, mevcudatın yaratıcısı, Habib-i Ekrem’ini (a.s.m.) hususî vasıtalarla bütün o âlemlerde seyahat ettirmiş, bunu da dünya ölçüleriyle kısa zamanda gerçekleştirilmesini sağlamıştır.

Miracın unutulmaz hatırası ve hediyesi; beş vakit namazın farz kılınması, Bakara Suresi’nin son iki ayetinin “Âmenerresûlü” bizzat Rabbimiz (c.c.) tarafından kıraat buyrularak Kur’an-ı Kerim’deki yerini almış olması ve o gecedeki muhaverelerden ibaret olan “Ettahiyyatü” duasıdır.

Büyük miraç, Peygamber Efendimize (a.s.m.) hastır. Peygamberimiz (a.s.m.), “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur. Bu biz müminler için büyük bir müjde ve şereftir.

Şimdi bir an için miraç hakikati ışığında düşünelim: Sevgili Peygamberimiz, miraç hâdisesinde Rabbimizin (c.c.) yarattığı âlemleri görmüş. O muhteşem saltanata şahit olmuş. Koca yıldızların melek askerleriyle dolu olduğunu görmüş. Bu rü’yetin sahibi, müşriklerden korkar mı? Dünyanın bütün müşrikleri, bir sinekten daha değersiz ve aciz gözükmez mi? Bütün musibetler bir hiç mertebesine inmez mi?

Lütfen, miraç hakikatini sadece senede bir günün gecesinde düşünmeyelim. Beş vakit farz namaz başta olmak üzere namaz ile Rabbimize yöneldiğimiz her anda ve sair vakitlerde düşünelim. Bu dünyayı böyle muhteşem yaratan, bu dünyayı harap ettikten ve bütün nefislere ölümü tattırdıktan sonra onları diriltecek olan Rabbimize kul ve asker olalım. Bu şuurda olanın karşısında kim dayanır? Dünyanın bütün kefereleri bir araya gelse ne ehemmiyeti kalır?

YAZARIN DİĞER YAZILARI