Trajikomik “Millî”lik
Ülkemizde “millî”lik de trajikomik hale geldi. Yakın geçmişte “Millî Futbol takımımızın” başına bir yabancı getirilmişti (Romanyalı teknik direktör Mircea Lucescu). Ülkemizin çok tanınmış bir futbol kulübü birkaç defa sahaya 11 yabancı futbolcu ile çıktı (Galatasaray).
Hangi birini sayalım: Sözde yerli, yani millî otomobil üretilecek. Otomobilin prototipleri İtalya’dan getiriliyor. Yerli otomobil TOGG CEO’su, “yerli otomobil” hakkında şu açıklamayı yaptı: “Motor için Bosch ile görüşüyoruz. Batarya için Çin’le anlaşacağız. Araç entegrasyonu için Alman EDAG’ı seçtik. Myra şasi sistemleri konusunda partnerlerimizden birisi. Tasarım için İtalyanlarla anlaştık.” Evet kabul, bütün parçaları yüzde yüz yerli otomobil üretmek çok zor. En tanınmış otomobil firmaları bile pek çok parçasını “dışarıda” imal ettiriyor. Ne var ki ülkemizde 1961 yılında üretilen ve fikir babası merhum Erbakan olan “Devrim” otomobilinin bile parçalarının büyük ekseriyeti yerli olarak üretilmişti. Üstelik yerli otomobilin çalışması yılları almamış, yalnızca 4,5 ayda ve TCDD atölyelerinde tamamı yerli mühendislerimiz ve teknikerlerimiz tarafından imal edilmişti. Bu otomobilin; elektrik donanımı, diferansiyel dişlileri, kardan istavrozları ve motor yatakları ve cam ve lastikleri dışında bütün parçaları yerli idi. Ancak bana göre, bu yerli otomobil projesi provoke edilmiş ve iki adet üretilen otomobilden birine benzin konulmamıştı. Cemal Gürsel Paşa’nın da o otomobile bineceği tutmuştu. Otomobil 100 metre gidip de durunca Paşa’nın kafası bozulmuş ve projeyi iptal etmişti.
En temel ihtiyaçlardan olan gıdada bile “millîlik” sona erdi. Bize has dört çeşit buğday tohumu rafa kaldırıldı. Onun yerine 110 çeşit buğday ithal edildi. Domatesin, salatalığın, biberin ve diğer sebze ve meyvelerin tohumları ve fideleri de ithal edildi. (Ekseriyeti İsrail’den). Peki ne oldu? Ne olduğunu merhum Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’ndan dinleyelim: “Önce tohumu sattılar. Bu tohum böcekleri çekti. Böceklerden kurtulmak için al ilacı dediler. Bu da hasta etti. Hasta olunca al aşı dediler. Ama bunu yapanlar hep aynı şirketti.” Yabancı tohumun, ithal gıdaların neticesi ne oldu? Başta kanser olmak üzere pek çok hastalık âdeta salgın hale geldi. Hastaneler hastalarla doldu taştı. Eğitimimizin başında sözde “Millî” kelimesi var. Ancak aradan 71 yıl geçmesine rağmen 1949’da Amerika ile yapılan “Fulbright Eğitim Komisyonu” anlaşmasını bile iptal etmemişiz. Bu yüzden ana okuldan üniversiteye kadar okutulan ders kitaplarının müfredatında bu komisyonun parmağı var.
Şu anda bile kendimize has kanunlarımız yok maalesef. Yaklaşık 90 sene önce; medenî hukuku İsviçre’den, ceza hukukunu İtalya’dan, idare hukuku ilkelerini Fransa’dan, ceza mahkemeleri usulünü Almanya’dan almıştık. Uğur Mumcu, bir sempozyumda bu durumu şu şekilde açıklamıştı: “Türk vatandaşı kimdir? Türk vatandaşı; İsviçre Medenî Kanunu’na göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkemeleri usulüne göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” Aradan 90 sene geçti, peki ne değişti. Bu defa karşımıza AB çıktı. Dışişleri Bakanı’nın açıklamasına göre AB’ye uyum için 2 binden fazla kanun çıkarıldı. Bunların arasında zinanın serbest bırakılması, kadın kadına, erkek erkeğe evliliğe izin verilmesi, kızının telefonunda ahlaksız mesaj bulup da kızan babanın ve karısına, “Gözünün üstünde kaşın var!” diyen kocanın 6 ay evden uzaklaştırılmasına sebebiyet veren düzenlemeler de var. Peki bu kadar kanunların kaçta kaçı ve neresi yerli? Deveye, “Boynun niye eğri?” demişler. “Nerem doğru ki!” demiş. Bizim kendimize has kılık-kıyafetimiz vardı. Erkekler erkek gibi, kadınlar kadın gibi giyinirlerdi. Bir de şimdiki kıyafetlere bakın. Hacıvat-Karagöz’e döndük. Yerli kıyafetlerimizin bir kısmını ancak folklor ekiplerinde görebiliyoruz. Yüzde yüz “yerli düşünenleri” şu “millîlik”, yani “yerlilik” konusunda ciddi ciddi düşünmeye davet ediyorum. Sorum şu: “Millî”, yani, “Yerli” olarak neyimiz kaldı?