Ülkemizdeki bütün eğitim müesseseleri “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile “Millî Eğitim Bakanlığı”na bağlanmış durumda. Buna bütün askerî okullar, bütün sağlık elemanı yetiştiren okullar, bütün medreseler dâhil. “Ülkemizde resmî medrese mi var?” diyenlere cevabımız şu: Medreseler “resmen” kapatılmadı. Yalnızca talebe olmadığı gerekçesiyle (!) kapatıldı. Yani resmen medreseler de açılabilir. Konumuz o değil. Konu şu, üniversiteler hariç bütün ilk, orta ve lise seviyesindeki bütün eğitim müesseseleri “Millî Eğitim Bakanlığı”na bağlı. Bu bakanlığın faaliyetleri de “beynelmilel anlaşmalarla” sınırlı. Bu anlaşmalardan biri ve en mühimi de 1949’da, yani “Tek Parti Tek Şef Devri”nde ABD ile yapılan “Fulbright Eğitim Komisyonu Anlaşması”. Bu konuyu defalarca yazdık. Şimdi bir daha tekrar ederek, asıl söyleyeceklerimizi budamak istemiyoruz. Dileyen bu konuda bizim ve Adnan Öksüz kardeşim başta olmak üzere gazetemizde neşrolmuş yazılara, merhum Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun söylediklerine bakabilir.
Eğitim, bir ülkenin en temel meselesidir. Bu konuya öyle madde gözlüğüyle ya da sıradan bir iş gibi bakılamaz. “Hayatî” ehemmiyeti vardır. Bu ülke nüfusunun yüzde 99’u Müslüman, yüzde 1’i ise gayr-ı müslimdir. Yani Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlarıdır. Bu gayr-ı müslim vatandaşların çocuklarına vereceği eğitim şekli Lozan Antlaşması ile tespit edilmiş ve garanti altına alınmıştır. Lozan Antlaşması’nın 37-44. maddeleri bu konu ile ilgilidir. Bu maddelere göre, azınlıklar, kendi çocuklarını ana okuldan lise sona kadar kendi inançları çerçevesinde eğitme hakkına sahiptirler. Bu husus son derece nettir. Ancak aynı netlik nüfusun yüzde 99’unu teşkil eden Müslüman nüfus için yoktur. Meselâ, hiçbir resmî belgede “Nüfusun yüzde 99’unu teşkil eden Müslümanlar kendi çocuklarını İslâmî değerlerle yetiştirme, eğitme hakkına sahiptirler” diye bir hüküm yoktur. İşin doğrusu Osmanlı ve daha öncesinde Selçuklu devirlerinde de böyle bir hüküm yoktu. Ancak o devirlerde bir “teâmül” vardı ve Müslümanlar kendi çocuklarını temyiz yaşından itibaren İslâmî terbiye ile eğitebiliyorlardı. Ya da zaten o yapıdan olan eğitim müesseselerine veriyorlardı.
İnsan, robot değildir. Allahu Teâlâ, insana, vücud ve vücudun zâhirî organlarının yanı sıra akıl, kalb, hafıza, hayal, sır, hafa, ahvâ gibi latifeler vermiştir. Bütün bu “beşerî” duygular ve latifeler, insanı yaratan Allahu Teâlâ’nın emri istikametinde eğitilirse değerini bulur ve insan kemâlat sahibi olur. Yani “hakiki insan” olur. Bizim tabirimizle “Adam gibi adam” olur.
Yerimiz daraldı. Onun için kem-küm etmeden söyleyelim: Dünya çok büyük bir buhran geçiriyor. Biz ayakta kalmak istiyorsak bu ülke nüfusunun yüzde 99’una gerçekten “Millî Eğitim” vermeliyiz. “Türkçesi”, Müslümanların evlatları “Müslümanca yetiştirilmeli”, İslâmî terbiye almalı. Kur’an ve Hadis temelli bir eğitim sistemi ile yetiştirilmeli. 4+4+4 mecburî eğitim garabetine, taşımalı eğitime son verilmeli.
Net bir şekilde teklifimizi ortaya koyalım: Dört sene, bütün çocuklara, bizim inancımıza, bizim örfümüze, bizim an’anemize uygun temel eğitim verilmeli. Bu müddet zarfında çocuklar; temel dinî bilgileri, bize has âdâb-ı muâşereti, el becerisini, temel matematik ve sâir günlük hayatında ihtiyaç duyacağı müsbet ilimleri öğrenmeli. Millî Savunma Eğitimi almalı. “Mehmedcik” olmaya hazırlanmalı… Ondan sonra çocuklar kabiliyetlerine uygun sahalara yönlendirilmeli.
Hemen hemen bütün meslek dalları, san’at dalları, zenaat dalları “çırak” bulamıyor. Çırak yetişmiyor. 4+4+4’ten sonra 17-18 yaşında çırak olmaz. San’at ortaokullarına, san’at meslek liselerine ağırlık verilmeli. Buralarda okuyan çocuklar yarım gün de ustaların yanında çalışmalı (oto tamiri, kaporta, boya, tesisatçılık, elektrikçilik, elektronik, yazılım, vs…) Ayrıca ziraat ve hayvancılık yapacaklara da bunun eğitimi verilmeli ve bu gibi “çekirdekten yetişme çiftçilere” ileride maddî destek verilmelidir. Doktorluk, mühendislik, eğitim ve sâir sahada kabiliyeti olanlar yüksek tahsile yönlendirilmelidir. İslâmî ilimler sahasında yetişmek isteyenlere imkân hazırlanmalıdır. Kız çocuklar, fıtratlarına uygun bilgilerle donatılmalı, “Yuvayı dişi kuş yapar” hükmünce, bir evi mükemmelen idare edebilecek şekilde yetiştirilmelidir. Sözün özü, 12 yıl okula gittikten sonra işsiz ve ne bildiği belli olmayan, heder edilmiş bir nesil değil, her biri bir Fatih Sultan Mehmed olacak ya da Fatih’ler yetiştirecek anne adayları gençler yetiştirmeye bakmalıyız. “Gerçek Millî Eğitim”den anladığımız kısaca budur.