Millî Savunma
Savunma” bir ülkenin, bir devletin omurgasıdır, bel kemiğidir, temel direğidir. Savunmanın temelinde de ordu müessesesi vardır. Zaten ordusuz devlet göstermelik devlettir. Ya da ordusu zayıf devlet, şamar oğlanı olmaktan kurtulamayacaktır ve dış etkilere açık olacaktır. Devletin hür, bağımsız ve izzetli olmasının temel şartlarından biri, o devletin güçlü bir orduya sahip olmasıdır.
Bizim ordu geleneğimiz çok eskidir. Tarihin en eski ve en şerefli ordu geleneğine sahibiz. Kara Kuvvetlerimizin kuruluşunun 2229. yıldönümü geçenlerde kutlandı. Bizim tarihimiz zaferlerle dolu. Selçuklu ve Osmanlı Devleti zamanında yapılan onlarca savaştan zaferle çıkılmış.
Osmanlı Devleti’nin yükseliş zamanına baktığımızda, o devirlerde ordu müessesesinin çok güçlü olduğunu görürüz. 15 ve 16. yüzyılda Osmanlı kara ve deniz kuvvetleri dünyada bir numara idi. Savaş gemilerimiz kendi tersanelerimizde yapılmaktaydı. Top ve tüfek gibi temel savaş malzemeleri yerli üretim idi. Demir cevherinin bulunduğu yerlerde, top döküm atölyeleri kurulmaktaydı. Devrinde dünyanın en büyük topu olan ve adına “Şahi” denilen topun ve havan topunun mucidi Fatih Sultan Mehmet idi. Yivli topların mucidi ise Yavuz Sultan Selim’di…
Ordularımızın tarihçesine bakıldığında, “savaş taktiği” bakımından da dünyada bir numara olduğu görülür. Gerek meydan muharebelerinde, gerek kalelerin ve şehirlerin kuşatılıp fethedilmesinde, gerekse müdafaa savaşında, ordularımız akıllara durgunluk veren savaş taktiği uygulamıştır. Bu savaş taktikleri uzun yıllar, dünya harp akademilerinde ders olarak okutulmuştur.
Ordu geleneğimizde, subay ve astsubay yetiştirilmesi ile kara, deniz ve hava ordularının temel elemanları olan askerlerin eğitimi hususunda da dünyada bir numara diyebiliriz. Asırların bilgi birikimi ordumuza aksetmektedir.
Biz birçok yazılarımızda ve kitaplarımızda işledik, yeri gelmişken birkaç cümle ile tekrar edelim: Bizim ülkemiz dünyanın en stratejik bölgesinde bulunmaktadır. Pek çok ülkenin gözü ülkemizin üzerindedir. Bu saklı gizli bir mesele değildir. Dolayısıyla “her ihtimale karşı” bu vatanın bütün evlatlarına işte bu tecrübeli ve değerli ordumuzun nezaretinde, “Millî müdafaa eğitimi” verilmelidir. Bunun teferruatını bir başka yazımızda ele alabiliriz.
Ordumuzun ihtiyacı olan bütün silahlar, teçhizatlar, araç ve gereçler, hava ve kara savunma sistemleri, füzeler bütünüyle “yerli üretim” olmalıdır. Halkımız tasarruflarıyla savunma sanayine “ortak” edilmelidir. Bu husus ciddi olarak düşünülmelidir.
Osmanlı Devleti zamanında, halkımızın katkısı ile iki harp gemisi siparişi verilmiş, ancak İngiltere bu gemilerimize el koymuştu. Kurtuluş Savaşı yıllarında da halkımız ordunun ihtiyaçları için maddî katkıda bulunmuştu. Yine o yıllarda başta Hindistan’daki (Pakistan ve Bangladeş dâhil) Müslüman kardeşlerimiz de maddî katkıda bulunmuşlardı. Allah göstermesin, öyle zaruret halinde yine bu fedakâr halk ve İslâm ümmeti katkıda bulunur. Ancak, korkulu rüya görmektense uyanık durmak evladır. İşin doğrusu birçok silah ve teçhizat için, bilhassa savaş uçakları için çok ciddi ödemelerde bulunmaktayız. F-35 örneğinde olduğu gibi, ABD gibi bazı ülkeler parasını verdiğimiz uçaklarımızı dahi bize verdirmiyor. Bu menfi örnekte de görüldüğü üzere, savaş uçakları dâhil, bütün ekipmanlarımızı kendimiz üretmeye mecburuz. Bunun için millî dayanışma ve ticaret ortaklığı şart. Böyle bir yapılanmaya gidildiğinde, tasarruflarını bu yolda değerlendirmek isteyen hisse sahiplerine belli bir müddet sonra “kâr payı” verilmelidir. Hesap-kitap edildiğinde bu yolla yapılacak yatırımların ne kadar kârlı olduğu görülecektir.
Millî savunma derken, bunun özünde, temelinde cihat ve şehâdet şuuru olduğu görülür. Savaş sadece makinelerle, silahlarla kazanılmaz. O silahları kullanan imanlı yüreklerle kazanılır. Mehmetçik, asırlar boyunca, yakın tarihimizde de Kore’de, Kıbrıs’ta ve terörle mücadelede bu ruha sahip olduğunu ortaya koymuştur. Bu vatanda yaşayan herkes, işte bu bakımdan emniyet ve huzur içerisindedir. Rabbim ordumuzu muhafaza eylesin.