?>

KÜLTÜREL DEJENERASYON 

Nurettin Bozgeyik

6 ay önce

Merhaba, değerli Gazikent27 okurları; 'Suriye'li Mülteci' meselesi'nin Gaziantep yerel'inde, halkın üzerinde  yarattığı sosyolojik travma ve değerlerden kopuş süreci maalesef artık geri dönülemez bir tahribat oluşturmaya başladı. Tabii ki burada herkesin bildiği şeyleri tekrar anlatmayacağım. Burada vurgulamak istediğim asıl konu, meselenin artık bir mülteci-misafir olayını aştığıdır.  Türkiye genelinde ve özellikle Gaziantep ve çevresindeki yerleşim alanlarında, etnisite'nin, sosyal denge'nin ve dolayısıyla demografi'nin ciddi bir biçimde bozulmasıdır. Altını çizerek bir daha söylüyorum; bozulmaya başlaması değil, bozulmasıdır. Tahrip edilmesidir. Laik, demokratik bir hukuk Devleti'nin, uygarlık, çağdaşlık ve demokrasi uğruna bedel ödeyerek kazandığı bütün değerleri bu bağlamda kaybetmeye başlamasıdır. Şunu özellikle belirtmek isterim ki; hayatım boyunca ırkçılığa, şövenizm'e karşı durdum. Eğri eğridir, doğru doğrudur dedim. Ayrımcılığa ve ötekileştirmeye karşı çıktım. Mücadele ettim. Geldikleri ilk günden beri de Suriye'li mültecilere karşı ne düşmanlık besledim, ne nefret ettim ne de kötü davrandım. Elimden geldiğince, gücümün yettiğince yardım etmeye çalıştım. Kayseri'deki olayları onaylamıyorum. Bir kişinin işlediği aşşağılık suçtan dolayı toptan bir halkı cezalandırmak, evlerini arabalarını ateşe vermek doğru değildir. Yani bu konuya "yabancı düşmanlığı" perspektifinden yaklaşmıyorum. Ama toplum olarak yaşadığımız ekonomik ve sosyal zorluklar düşünüldüğünde, "bizim derdimiz bize yeter" diyorum. Hem de fazlasıyla. Bu olay artık tekrar ele alınmalı, yeni bir paradigma geliştirilmelidir. "Yeni" diyorum çünkü eski bakış açısıyla, yeni duruma çözüm üretemeyiz. Burda doğan çocuklar artık 14 yaşlarında. Bunu yeni bir durum gibi düşünmek zorundayız. Bizim bedel ödeyerek, şehit vererek elde ettiğimiz haklardan  onlar bedelsiz ve eşit derecede  faydalanıyorlar. Aidiyet duyguları, öncelikleri ve hassasiyetleri bizimki  gibi değil. Kendileri gibi, olması gerektiği gibiler. Çünkü bir entegrasyon sürecinden ya da hedefinden söz etmiyoruz, buna gerek de yok. Geçici sığınmacılardan söz ediyoruz. 14 yıl önce savaş vardı, insani bir durum vardı, artık yok. Peki ne var? Mesela geleneksel değerlerimizden uzaklaşma var. Kültürel başkalaşma var. Ortadoğu'lu gibi düşünmek, onlar gibi davranmaya başlamak var. Çocuklarımız parklarda, sokaklarda ve okullarda onların çocuklarıyla birlikte. Farkında olmadan onlarla etkileşim halinde. Biz ne mi yapıyoruz? Sadece süreci izliyoruz. Dünyanın hiçbir şehrinde toplam nüfusun beşte birini oluşturan sığınmacı mülteci kitlesi göremezsiniz. Geçici olsa bile. Bağdat'ta- Basrada, Bangkok'ta, Marakeş'te, Nairobi'de de göremezsiniz.  Peki çözüm nedir? Ne yapmalıyız? Konuya, hepimizin geleceğini belirleyen hassas bir proses gibi bakmak zorundayız. Önce bir araya gelmeliyiz. Akademi, odalar, STK'lar, konunun uzmanları, emekli diplomatlar meseleyi derinlemesine tartışıp bir karara, uzlaşıya varmalı ve siyasiler bu kararı meclise taşımalıdır. İktidar ve bütün muhalefet partileri konuyu mecliste tartışıp bir hedef, ortak bir vizyon belirlemelidir. El ele verip ortak geleceğimiz için birlikte hareket etmek zorundayız.  Halk inisiyatifi... Bu meselede, hiç kimsenin birbirinden farklı düşünmediğine inanıyorum. Ancak, yurttaşlarımızın siyasal tercihlerinden dolayı farklı politik duruş içinde olduklarını, olmak istediklerini düşünüyorum. Bu konuyu güncel siyasetin dışında bir konu olarak kabul etmeliyiz. Meclis'te gerekirse ortak komisyon kurup, alınacak kararı uluslararası boyutta dünyanın gündemine taşımalıyız. İki-üç yıllık bir plan çerçevesinde, geri dönüşlerin sağlanması konusunda batı ülkelerini ikna etmeli, siyasal ve hukuki baskı kurmalıyız. Bunu başarabiliriz. Tekrar görüşmek dileğiyle...
YAZARIN DİĞER YAZILARI