Kur’an-ı Kerim, kıyamete kadar bütün mü’minler için bir hayat rehberidir. Devlet idaresi için, bütün hukuklar için, cihad için, aile saadeti için, helal ticaret için, elhasıl hayatın her safhası için bir rehberdir, bir anayasadır. Kur’an-ı Kerim’deki kıssalar, bir kanunun ucudur ve her bir kıssada alınacak nice dersler vardır. Bu yazımızda, Talut Radıyallahu anh’ın kumandasındaki İslam ordusunun macerasından bahsedeceğiz. Bu orduda, sonradan kendisine peygamberlik verilecek olan Hz. Davud Aleyhisselam da vardır. Ancak o sırada 14-15 yaşlarında genç bir delikanlıdır. Bu İslam ordusu, o devrin en büyük ordusuna sahip Calut isimli bir zalimle savaşmak üzere yola çıkmıştır. Yol uzun, güneş kavurucudur. İşte o sırada bu ordu bir imtihanla karşı karşıya kalır. Talut’u kumandan olarak tayin eden İşmoil Peygambere vahiy gelir. Ordu önlerine çıkacak olan nehrin suyundan içmeyecektir. İçecek olanlar da en fazla bir avuç içecektir. Bir avuçtan fazla içenler imtihanı kaybedecek ve dizlerinin bağı çözülecektir. Düşman ise nehrin öbür tarafındadır. Bir rivayete göre bu nehir imtihanını kazananların sayısı Bedir ashabının sayısı kadardır. Yani 313 kişi. Calut’un ordusu ise 50 bin kişidir. İmtihanın şiddeti, o emir dinlemez ve imtihanı kaybeden taifenin sözleri, daha doğrusu fitnesi ile daha da artar. O geride kalanlar; “Nereye gidiyorsunuz, bu düşmanla baş edemezsiniz!” demektedirler. Onların bu sözüne karşılık, o mü’minler tâifesi büyük bir imanla ve azimle şöyle demişlerdir: “Nice az topluluk, Allah’ın izniyle nice çok topluluğu mağlup etmiştir.”
Savaşın hemen başında Calut’un karşısına dikilen Hz. Davud, sapanıyla attığı taşla, bu azgın kefereyi gebertmiş, daha sonra o mücahid taifesi şaşkın vaziyette düşmanın üzerine atılmış ve onları pırasa doğrar gibi doğramışlardır. Bu kıssayla ilgili âyet-i kerimeleri meâlen okuyup ders ve ibret alalım: “Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca, biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan hiç tatmazsa bendendir (benimledir), ancak eliyle bir avuç içen de istisna edilmiştir (o da benimledir)’ dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber îman edenler ırmağı geçince, ‘Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur’ dediler. Kendilerinin, sonunda Allah’ın huzuruna varacaklarını bilenler, kendi aralarında ‘Nice az kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan topluluklara Allah’ın izniyle galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir’ dediler. “Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır akıt. Bize cesaret ver ki, tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et’ dediler. “Allah’ın izniyle onları yendiler. Dâvud, Câlût’u öldürdü. Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah insanlardan bir kısmı ile diğerlerini savıp hizaya getirmeseydi, elbette yeryüzünde nizam bozulurdu. Lâkin Allah, bütün insanlığa lûtuf ve kerem ile muamele etmiştir.” (Bakara Sûresi / 249-251) Hulasat-ül Beyan tefsirinde şöyle denilmektedir: “(…) Fahri Razi’nin beyanı veçhile bu âyet; emre muhalefet edenlerin nehri geçmeden geri döndüklerine delâlet eder. Zira Cenab-ı Hak, nehri geçenlerin Tâlût’la beraber iman edenler olduğunu beyan buyurdu ki, münafıkların geçmediklerini beyandır. Ve nehirle imtihandan maksat; münafıkların geçmemesi ve Tâlût’a itimadı ve sadakati olanların bilinmesiydi. Çünkü nehri geçip düşman karşısına hazır olduktan sonra dönmeleri askerin inhizamına ve düşmanın galebesine sebep olacağından harbe hazır olmadan evvel dönmeleri matluptu. “Âyet-i celilede; itimadın, ancak Allah’ın inayetine olup adedin kesretine olmadığına delâlet vardır. Çünkü; nusret gelince azlık zarar vermediği gibi zillet gelince, kesret de fayda vermez. Binaenaleyh itibar; inayet-i imâhiyedir ve bunu hariçte binlerce vukuat da ispat etmektedir.” (a.g.e, c. 1-2, s. 452) Günümüzde nehirle imtihan o kadar çoğalmış ki; adam sözde mü’min, ancak tesettür-ü şer’iyi kabul etmiyor, haremlik-selamlığa riayet etmiyor, faize bulaşıyor, Halife-i Müslümin olmasını, bir tek devlet olmasını, hayatın her safhasında Allah’ın hükümlerinin uygulanmasını aklına getirmiyor, cihadı düşünmüyor. İşte o yüzden bir avuç Yahudi çıfıtının, “Oturun oturduğunuz yerde!” çıkışması karşısında tıpkı yasak sudan içenler gibi dizlerinin bağı çözülüyor. Ancak Kur’an’ımızın işaret buyurduğu bir gerçek var: Bir avuç inançlı topluluk, bütün küfür dünyasını mağlup edecektir, Allah’ın izniyle…