Türkiye'de seçimlerde,
fakirler/sabit ücretliler neden
daha da fakirleşecekleri bir düzene,
kendilerini daha da fakirleştirecek olanlara
oy veriyor?
Proleterin Lümpeni olur mu ki, makyavelisti olsun?
Diye sorduğunuzu görür gibiyim...
Aslı proleter iken, sanal bir bohem hayat sunulduğunda, o kişi/toplum sanal olarak lümpenleşir.
Lümpenleştiğini anlamaması içinde, o proleter
kişi/topluma (aslında yine gerçek dışı-sanal rol) makyavelist davranışlar göstermesi için alan
açarsanız etik değerlerini tamamen törpülerseniz..
Alın size nur topu gibi lümpen-proleter makyavelist
kişiler-toplum...
Veya şöyle formülüze edelim.
Proletere, proleter olduğu algılatılmadan,
(proleterliğin "köle" basamağı da aştırttılmadan)
proleter iken kendisine lümpen'lik dezenformasyonu rüyaları uygulanırsa lümpen-proleteriniz olur.
Ve
sürekli lümpen'lik rüyaları dayatılırken,
ruhuna da, makyavelist şoklar, dalgalar gönderilirse
bal gibi olur.
Eğer böyle değilse,
sosyologlar, toplum bilimciler açıklasın
öyle ise,
Türkiye'deki toplumun durumunu!
Biri açıklıyor... Kim mi ?
Yazıyı okuyalım isterseniz.
Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun seçim ile görüşleri (tesbitleri )
***
"Türkiye'de güçlü bir kent yoksulu,
Marksist sosyologların deyimiyle lümpen-proleter bir sınıf siyasete ağırlığını koyuyor.
Buna dayanan bir demokrasinin sürdürülebildiğine dair siyaset bilimi araştırmalarında hiçbir kanıta sahip değiliz.
Burada kritik olan, seçmen temsilcisinden ne talep edecek?
*Özgürlük, hukuka saygı, temiz siyaset mi?
Yoksa.
*iş, kendisinin veya yakınlarının kayrılması, hiç katkı vermeden bazı kamusal yararlar mı?
Tabii bu kasten evirip çevirip çarpıtılırsa o ayrı!
Söylediğim çok net:
MÖ 300’lerde Aristo’dan 20 ve 21. yüzyılda
Seymour Martin Lipset’e kadar demokrasilerin oluşması için güçlü ve siyasetten bağımsız bir orta sınıf olması gerektiğini ileri sürmüş düşünürler vardır.
Bu savların yanlışlanamadığı da görülmektedir.
Türkiye’de güçlü bir orta sınıf yok, onun yerine kalabalık bir istihdam dışı kent yoksulu tabaka var.
Orta sınıfın talebi özgürlük, haklar ve hukuk devletidir.
Oysa istihdam dışı kent yoksullarının hukukun kendilerine yaradığını düşündüklerini gösteren bir kanıt da yok, hukuk dışı uygulamalardan olumsuz olarak etkilendikleri, özellikle yolsuzluklardan şikâyetçi olduklarını gösteren kanıt da yok.
Çünkü içinde yaşadıkları ortam hukukun içinde değil zaten.
İnsan kaynakları gelişimi düzeyi fevkalade düşük bir tabakadan bahsediyoruz.
Bu kitlenin hukuk devleti bilgisi de yok, yaşadığı ortamda hukuka uymanın maliyeti de oldukça fazla.
Gecekonduda oturan, kayıt dışı ekonomide çalışan, elektrik, su vb. hizmetleri ödeme gücü olmadığı için bunları bedava temin etmeye çalışan geniş kitlelerden söz ediyoruz.
Bu tür bir yaşantının hukuk devleti, adalet ve hukuk kurallarına uygun işleyen bir imar, trafik, enerji vb. yasası talep etmek gibi bir lüksü olabilir mi?
Hukuk devletinin bir iktisadi getirisi var, kalkınma sağladığını Daron Acemoğlu ve James Robinson kitaplarında ispatlıyorlar.
Ancak, hukuk devleti aynı zamanda pahalı da, kullandığınız elektriğin, suyun, kanalın faturasını ödeyecek, trafik kurallarına uyarak araç kullanacak, imar yasalarına uygun ev yapacaksınız.
Bu masraflara katlanmak için profesyonel meslek sahibi olmak ve o düzeyde gelir gerekiyor.
Onun için orta sınıfın yaygın olduğu ülkelerde hukuk devleti ve ona dayalı çalışan bir demokrasi yaşıyor ve ekonomi kalkınıyor.
Bugün önümüzdeki sorun da bu:
Demokrasi olmadan hukuk devleti olmuyor, hukuk devleti olmadan ekonomik kalkınma olmuyor,
ama
Türkiye henüz yarışmacı bir otoriter devlet. "
***
Teşekkürler Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu.
Ersin Hoca çok doğru bir yerden bakıyor.
Ve son derece karışık-karmaşık durumlar-olaylar-
problemler yumağına çok sade, yalın bir bakış ile
aynı sadelik ve yalınlık ile analizini açıklıyor.
Bu şekildeki bir kişilik-toplum yapısının üzerine
birde sürekli olarak boş/sahte milliyetçilik,
boş/sahte mukaddesatçılık şerbeti dökülüp,
hassasiyetlerde mümkün olan en uygun yerlerinden
sürekli kaşınınca, tablo tam olmakla kalmıyor...
İstediğini, istediğine istediğin gibi satabileceğin
müthiş güzel bir pazar ortaya çıkıyor...
Böyle bir pazarda da satılmadık,
*Ne etik değer kalıyor.
*Ne milli değer kalıyor.
*Ne dini değer kalıyor.
*Ne sosyal değer kalıyor.
*Ne tarihi değer kalıyor.
*Ne doğa-tabiat değeri kalıyor.
*Ne insanlık değeri kalıyor.
Geriye sadece lümpenleşmiş proleterlerin en iğrenç
makyavelist hevesleri, icraatları kalıyor.
Not: Sürekli anlattığımız şeylerden farklı bir şey
anlatmadık aslında.
Aynı şeyi kendisine oldu mu helal,
başkasına oldu mu, haram olarak niteleyebilen,
hakkı olmayan yaşamı veya isteklerini gerekirse
haksız olarakta olsa elde edebilmek için,
başkalarının haksız kazanımlarına bilinçli ve hesap kitap ile ses çıkartmayan vasıfsız, mesleksiz
insanların sürü psikolojini aşarak,
gerçekten sürü olduğu bir toplum genellemesi
içinde yaşamak gibi bir zamana denk geldik !
Diyebiliriz !
Ama aslında buda bizlerin kolaycılığı olur.
İşin bu tarafı da, başka bir yazımızın konusu olsun.
Sağlıcakla Kal Yüce Türk Milleti'm.