Bu ülkede, öyle gelişmeler olmakta, öyle kararlar alınmakta ki, akıl alır gibi değil. İnsan düşündükçe “kafayı yiyecek gibi” oluyor. Alın size bunlardan bir demet…
l Geçen asrın başında bir kurtuluş mücadelesi verdik. İşgalcilerden biri olan Yunanlıları denize döktük. Kesin bir zafer kazandık. Ama kazanan onlar oldu. Yunanlılar, işgal ettikleri yerleri baştanbaşa yakıp yıkmışlardı (Yaptıkları hunharca katliamlar, tecavüzler, soygunlar ayrı bir konu). Bu yaptıklarının bir kısmını harp tazminatı olarak vereceklerdi. Ancak ekonomik sıkıntılarını gerekçe gösterdiler. Gariptir ki biz de bu tazminattan vazgeçtik. Üstelik Batı Trakya’yı ve adaları da onlara bıraktık. Böylece bu işgalci, cani, zorba ülke bizim sırtımızdan kazanç sağladı. Kârlı çıkan yine onlar oldu.
l 1945’ten sonra ABD ile “kanka” olduk. Gerçekte bu ilişkiye “yakayı kaptırmak” demek lazım. Önce Fullbright Eğitim Komisyonu ile eğitimi Amerika’nın kontrolüne verdik. Ardından “NATO’ya girmeyi hak etmek için” Kore’ye asker gönderdik. Yüzlerce şehit verdik. Neticede NATO’ya girdik. Bu uğurda milyarlarca dolar masraf yaptık. “Dost ve müttefik ülke” Amerika’dan milyarlarca dolarlık silah, savaş uçağı, füze vs. aldık. Birinci ve İkinci Körfez Savaşı’nda İncirlik ve diğer üsleri Amerika’nın kullanımına açtık. Kısaca ne istedilerse verdik. Ancak neticede ne oldu? Amerika yıllardır ülkemizi sancılandıran, yüzlerce askerimizi şehit eden terör örgütlerine yüzlerce TIR silah yardımı yaptı. En sonunda NATO Fırat’ın doğusuna girerek 100 TIR’lık yardımı YPG’ye dağıttı. Sözün özü 75 yıllık münasebette hep kârlı çıkan, dediklerini yaptıran onlar oldu.
Avrupa Birliği macerası ise bir âlem. Dile kolay bu “aşk hikâyesinin” başlamasının üzerinden 56 yıl geçmiş. Bu zaman zarfında biz yerimizde saymışız, yine devamlı kazanan onlar olmuş. Gümrük Birliği anlaşması ile kârlı kazançlar elde etmişler. Bize dayattıkları kanunlarla, mevzuatlarla bizi kendilerine benzetmişler. Daha doğrusu bizi biz olmaktan çıkarmışlar. Yine de bizi AB’ye almamışlar...
Son olarak Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Kati Piri tarafından hazırlanan “Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye ile katılım müzakerelerini resmen askıya alınmasını” teklif eden rapor kabul edilmiştir. Strasbourg’taki genel kurulda yapılan oylamada 109’a karşı 370 kabul oyu, 143 de çekimser oy kullanılmıştır. Bu öyle kulak şapırdatılıp geçilecek bir rapor değildir. Öyle ifadeler var ki, bu ülkeyi seven herkese saç baş yoldurtacak cinsten. Mesela, Kıbrıs’tan taviz istiyorlar. Yani adamlar (ve madamlar) açıkça, “çekin gidin!” diyorlar. Ayasofya’nın görüntüsünün değiştirilip camiye dönüştürülmesine karşı olduklarını belirtiyorlar. İş bu safhaya gelmişken; “Sizin yüzünüzden aile düzenimiz kalmadı. Zina serbest oldu, fuhuş yüzde 700 arttı. Doku uyuşmazlığı olduğu açık mevzuat ve kanun dayatmalarınız yüzünden bünyemizde sancılanmadık organ kalmadı. Düşün artık yakamızdan!” demek lazımken, bu duruma da sessiz kalındı. Hatta bazıları bu durumu; “İlişkilerin tamamen sonlandırılmasını isteyen teklif reddedildi. Askıya alındı. Bu da bir başarı!” diye değerlendirdi. Bu 56 yıllık macerada biz, tek kuruş, tek cümle kazanç elde edemezken, onlar sırtımızdan kâr üstüne kâr ettiler. Üstelik geleceğimize çelme taktılar. Kaç nesil heba oldu…
Avrupa ülkelerinde, Amerika’da park ücreti almadan araba park ettirilmezken, bizim iki boğazımızdan geçen binlerce ton yük taşıyan gemilerden ücret almamamızı hükme bağladılar. Adına da “Montrö Anlaşması” dediler. Süveyş ve Panama Kanalı para basarken, Boğazlar elinde olan bizim elimizi kolumuzu bağladılar.
Örnekleri çoğaltabiliriz. “Batılı dostlarımızla” münasebetlerimizde devamlı kârlı çıkan hep onlar oldu. Bizim elimizde kâr olarak; bir kravat, bir de ütülü pantolon kaldı. Sahi şöyle başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmenin vakti gelmedi mi?