?>

Nicedir yiğit seslere hasret kaldık

Burhan Bozgeyik

3 yıl önce

Rabbimiz (cc) Fetih Sûresi’nin son âyetinde mü’minlerin bir vasfını da şu şekilde beyan buyurmuştur: “Muhammedün resûlullah. Velleziyne ma’ahû eşiddeu ‘ale’l küffâri ruhameu beynehüm” (Fetih Sûresi / 29) Meâlen şöyle buyrulmaktadır: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı şiddetli (çetin), kendi aralarında merhametlidirler.” Hem Peygamber Efendimiz (asm), hem sahabeler hem de daha sonra gelen İslâm idarecileri bu âyetin hükmünü yaşayışlarıyla icra ve tatbik etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz’in (asm) devlet başkanlarına yazdıkları mektuplara bakınız. Mekke’nin fethine kadar tebliğ ağırlıklıydı. Mekke’nin fethinden sonra üslupta bütünüyle bu âyet-i kerimenin tesirini görmekteyiz. Bütün o mektupları inceledim. Efendimiz (asm) hülasa olarak şöyle demekteydi: “Ya Müslüman olursunuz. O vakit hem kardeşimiz olursunuz hem de devletinizin başında Allah’ın hükümlerini icra ve tatbik edersiniz… Şayet Müslüman olmazsanız, o vakit sizi o koltukta oturtmam. Ordularımla birlikte gelir, sizi idareden uzaklaştırır, Allah’ın hükümlerini icra ve tatbik edecek bir idareciyi tayin ederim.” İşte sonraki devirlerde müdebbir İslâm idarecileri de böyle davranmış, “Eşiddeu ‘ale’l küffâri” hükmünü uygulamışlardır. Tıpkı Abbasi Halifesi Harun Reşid (763-809) gibi…

Harun Reşid zamanında Fransa haraca bağlanmıştı. O tarihte Fransa’nın başında bulunan kraliçe her sene sulhnâmeyi imzalıyor ve haracı veriyordu. Kraliçe ölünce yerine oğlu geçti. Tahta oturur oturmaz Harun Reşid’e hitaben şöyle bir mektup yazdı:

“Bu bir mektuptur. Rum melikinden Arap melikine bir mektuptur…” Bu şekilde daha ilk cümlede müthiş bir fitne tohumunu atmaktadır. Gayesi, eğer Harun Reşid mektubuna cevap verirse ve “Arap Meliki” derse, hemen onu bir koz olarak kullanarak İslâmiyet içindeki bütün ırkları birbirinden ayıracaktı. Fransa Kralı, “Rum Melikinden Arap Melikine…” diye başladığı mektubunun devamında şöyle demekteydi: “Annemin zamanında imzalanmış sulhnâmeyi kabul etmiyorum. Bundan sonra haraç vermeyeceğim. Ayrıca eskiden alınan haraçları da iade edin. Aksi takdirde size harp ilan ediyorum.”

Harun Reşid, mektubu okutunca benzi atmış, derhal kâtibi çağırtmış, aynı mektubun arkasına şunları yazdırmıştır: “Bu senin mektubunun cevabıdır. Min emire’l Mü’minin ilâ kelb-i Rûm (Mü’minlerin emirinden Rum köpeğine…) Cevabım sana budur ki; göreceğindir, duyduğun değil.”

Harun Reşid, aynı gece orduyu hazırlayıp yola çıkmış, Fransa’nın içine, ta payitahta kadar gitmiş, Fransa’yı yeniden haraca bağlamıştır. Henüz dönüş yolunda iken Fransa kralının yeniden ihanet ettiğini öğrenmiş, tekrar dönmüş, tekrar vurmuş ve Fransa’yı haraca bağlamıştır.” İşte “Eşiddeu ale’l küffâri” hükmü böyle uygulanır.

Doğrusu bu ya, nicedir böyle yiğit seslere hasret kaldık. Bakınız Körfez Savaşı esnasında 1,5 milyon Müslüman öldürüldü. Bunlardan 500 bini çocuktu. O zamanın ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, “500 bin Iraklı çocuğu öldürdük ama buna değdi” demişti. O zaman İslâm ülkesinden Harun Reşid gibi biri çıkıp da bu zâlim kâfirin ağzının payını verememişti. İşte bu zâlimlerin sözcüsü karı, geçenlerde nalları dikti. Cehennemin dibini boyladı. Allahu Teâlâ’nın berzah âleminde görevli memurları ve daha sonra zebaniler onun hakkından gelecekler. Bu hadsiz gibi niceleri, nice vakittir ensemizde boza pişiriyor. Vuruyorlar, kırıyorlar, yağmalıyorlar, öldürüyorlar, işkence yapıyorlar, çalıyorlar, çırpıyorlar, gasp ediyorlar, mâmur beldeleri viraneye çeviriyorlar, kadınlara, kızlara tecavüz ediyorlar. Ne hazindir ki “Eşiddeu ale’l küffari” hükmünü icra ve tatbik edecek bir yiğit çıkmıyor, çıkmadı. Bu demek değil ki çıkmayacak… Allah’ın izniyle çıkacak. Bütün yapılan zulümlerin hesabını soracak bir yiğit veya yiğitler çıkacak… O zâlimlerin, o çıfıtların, o kefere ve fecerelerin hesapları kabardı. Hesap sormaya nereden başlamalı, bilmem ki… Endülüs’ten mi başlamalı, Bosna’dan mı, Irak’tan mı, Suriye’den mi, Gazze’den mi, Doğu Türkistan’dan mı, Arakan’dan mı?..

YAZARIN DİĞER YAZILARI