İkindi namazına yaklaşık 20 dakika vardı. Yakındaki bir mescide girdim. Niyetim, namaz vaktine kadar Kur’ân-ı Kerim okumaktı. Bir sayfa okumuştum ki, imam efendi geldi, sohbete başladı. Arapça bir eserden okuyor, hem tercüme ediyor, hem açıklıyordu. Konu, günahların insan hayatı üzerine tesiri idi. Hoca efendi önündeki esere bakıp sıraladı: 1. Günah işleyenin yüzünün nuru gider. 2. Günah işleyenin evinden bereket gider. Rızkı darlaşır. 3. Günah işleyene nasihat kâr etmez… Bu maddeye gelince hoca efendi elini dizine vurdu. “Hah, kırk yıldır aradığım sualin cevabını şimdi buldum!” dedi ve devam etti: “Ben de kendi kendime hayıflanıp duruyordum. Bazı insanlara anlatıyorum, anlatıyorum, nasihat kâr etmiyor. Sebebi ne ola ki diye düşünüp duruyordum, işte şimdi cevabını buldum.”
Bu konu benim de zihnimi yıllardan beri meşgul ediyor. Bir hoca arkadaşım bana sorduğunda şöyle demiştim: “Sakın kalp mühürlenmiş olmasın!” O hoca arkadaş da, “Bak bunu düşünmemiştim!” dedi.
Hadis-i şerifte var, her bir günah kalp üzerinde bir leke bırakmakta. Çabucak tevbe edilmezse o leke kalıcı olmakta. Bu şekilde lekeler çoğaldıkça, Allah muhafaza günün birinde kalp bütünüyle kararmakta. İşte o vakit de, “Hatemallahu ‘alâ kulûbihim” sırrı tecelli etmekte ve Cenab-ı Hak o günahla kararan kalbi mühürlemekte. Artık o kimseye hiçbir nasihat kâr etmemekte…
Bu asrın en dehşetli hastalığı da insanların günahlara iyice aşina olmaları ve gitgide günahı günah olarak görmemeleridir. Halk arasında söylenir: Bir düğünde oyun için kaldırılan biri, önce çekingen çekingen oynamaya başlar. Bir yandan da, “Allah’ım günah yazma!” dermiş. Oyunun ritmine kendini kaptırınca, “Biraz yaz, biraz yazma!” demeye başlamış. İyice kendini kaptırınca da, “İster yaz, ister yazma!” demiş. Şu anda günümüzün Müslümanları bu noktaya gelmiş durumda.
Haram, Allah-u Azimüşşan’ın kesinlikle yasakladığı fiillerdir. Haram fiilleri işlemenin bir adı da “günah”tır. İçki, kumar, zina, gıybet, katl, iftira, yalan, faiz, cihat meydanından kaçmak, sılâ-i rahmi kesmek gibi… Bu gibi “ekberü’l kebâir” günahlardan başka, bir de kebâir, yani “büyük günahlar” ile segâir, yani “küçük günahlar” vardır.
Müslüman, haramın her türlüsünden kaçınmalıdır. Beşeriyet muktezası haram işlediğinde ise tevbe istiğfar etmelidir. Günahı günah olarak kabul etmemek ise en tehlikelisidir. Bunun adı küfürdür. Günahın hangi nevi olursa olsun, onu günah olarak kabul etmeyen, İslâm dairesinden çıkar. İşte şimdi İslâm toplumunda bu tehlikeli hâl zuhur etmiştir. Dolayısıyla nâsihlerin nasihati kâr etmemekte, en müessir kitapların okunmasının tesiri görülmemektedir. Sebep, günahların zirveye varmış olması, günahtan da öte insanların iman dairesinden çıkmasıdır.
Bütün ibadetlerin ifası farzdır, terki ise günahtır. İbadet deyince akla yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek gelmemelidir. Hayatın her safhasında Allah’ın hükümlerinin uygulanması da ibadettir. Bunun terki ise günahtır. İşte günümüzün Müslüman’ının zihninden bu çok mühim husus uçup gitmiştir. İslâmiyet yalnızca camide ibaret değildir. Allah-u Azimüşşan Müslüman’a bütün yeryüzünü mescit kılmıştır. Evet, müşekkel mabetler de olmalıdır. Ancak, bir kısas hükmünün uygulanması, had cezalarının ifası, ticaretin Allah’ın emirleri istikametinde yapılması da ibadettir ve bu ibadet cami inşa etmek sadaka-i cariyesinden daha ehemmiyetlidir ve daha önceliklidir.
İslâmiyet ile beşerî sistem iltibas edilmemeli ve hâşâ eşit görülmemelidir. İslâmiyet Allah-u Azimüşşan’ın koyduğu nizamın adıdır. İslâmiyet öyle bir sistemdir ki, hayatın her alanını kapsar. Bu sistemi orasından burasından kırpmak, yontmak ise cinayet-i azimdir ve neticesi kalbin kararmasıdır. Onun alâmeti de nasihatlerin kâr etmemesidir. İş o safhaya geldi mi, “kellim kellim lâ yenfa’” olur. Yani, “Söyle söyle sen dinle!”