(Bugünkü Sözcü Gazetesindeki Zeynep Gürcanlı’nın, her zaman olduğu gibi mükemmel tahlilindeki yazının başlığıdır)
Türkiye’mizin (“EĞİT DONAT” fâciasından sonra kurduğu ve) birkaç ay öncesine kadar ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) olarak bildiğimiz ve şimdiki adıyla da “Suriye MİLLİ Ordusu” olan SELEFİYYE ASKERLERİ kimdir, bunlar ne fikirdedir ?
SELEFİYYE ne demektir; özet olarak bir bakalım hele bunlar nedir ?
AKILSIZLIK ve tamamen AKIL DIŞILIK olduğunu peşinen söyleyerek başlayayım ki, yazı uzun diyerek okumaktan vazgeçenlere bile, nâçizâne, bir fikir vermiş olayım.
“Ehl-i Sünnet-i Hâssa da denilen SELEFİYYE, “sahâbe ve tâbiûn mezhebinde bulunan fukahâ ve muhaddîsûnun yolu” şeklinde tarif olunmaktadır.(Sahâbe = Muhammed’i hayatta iken görmüş ve Ona inanmış erkek Müslüman. Tâbiûn = İslâm’ın ikinci nesli, sahâbeleri görenler. Fukâha = Fıkıh alimleri. Muhaddîsûn = Hadis âlimleri)
Hicrî üçüncü yüzyılın başlarında (yani, Hicret’ten 200 sene kadar sonra ve yani 800 yılının başlarında) teşekkül eden bu zümrenin yolunun, Kur’an ve SÜNNET yolu olduğu ifade edilmektedir.
Buna göre bunlar, Kur’an ve SÜNNET’te belirtilen esaslara, AKIL ve re’ye müracaat ETMEKSİZİN ve te’vile başvurmaksızın, OLDUĞU GİBİ İNANMAKTADIRLAR.Allah’ın sıfatları ve sair itikâdî konularda tafsilata girişmeyip inceden inceye FİKİR YÜRÜTMEMEKTEDİRLER.
Nassları AYNEN kabul ederek, MÜTEŞÂBİHLERİ ve zor meseleleri çözmek için AKLIN hakemliğine veya te’vile YANAŞMAMAKTADIRLAR.
Allah’ın arşı, eli, gelmesi ve benzeri âyetlerin anlamı hakkında FİKİR YÜRÜTMEMEK GEREKİR demektedirler.”(Prof. Ethem Ruhi Fığlalı. Çağımızda İtikadî İslâm Mezhepleri kitabından)(Nass = Delil mahiyetinde Kur’an âyeti. Te’vil = Sözü çevirme, söze ayrı manâ verme, yorumlama. Müteşâbih = Manâsı açık olmayan âyetleri)
“SELEFİYYE’nin itikaddakı İMAMI olarak Ahmed İbn HANBEL (Hicri 241/ Miladî 855 yılı) görülür. Fıkıhta HANBELÎ Mezhebinin kurucusudur.
(Benim notum: Bu Mezhep, Ehl-i Sünnet denilen 4 mezhepten biridir : Hanefi, Şâfîi, Malikî, Hanbelî)
O, itikâdî konularda AKLA ve AKLIN VERİLERİNE YANAŞMADI ve inanç konularında tartışmaya ve derin açıklamalara karşı çıktı.DALÂLETE (sapıklığa) sevk edeceği için AKLA İNANILMAZ, ancak nassa ve nassın belirttiği delillere iman edilir”
Yani, (başta da söylediğim gibi SELEFİYYE’de AKIL yürütmek, sormak, sorgulamak diye bir şey OLMAZ.
Bunların nazarında, Kur’an’da ve Ona yakın olarak kabul edilen SÜNNET ve HADÎSLER de aynı şekilde kıymetlidir.
Onun için şimdi, biraz SÜNNET’ten ve biraz da HADÎS’ten bahsetmek gereklidir.
SÜNNET, kelime manâsı olarak, 1)Hz. Muhammed’in sözleri, işleri ve tasvibleri (uygun ve doğru bulduğu) 2)ŞÎA’nın dışındaki İslâm mezheplerine mensup olan çoğunluk.
“SÜNNET, Hz. Muhammed’in sözleri, hayatında takip etmeyi alışkanlık haline getirdiği yol, diğer bir ifadeyle hareket tarzları ile yaşayış hâlleridir.Sünnet ikidir: Birincisi, farizada olan sünnet; ikincisi de farizanın dışında olan sünnettir. Farizada olan sünnetin aslı Allah’ın kitabındadır. Onunla amel hidâyet; terki ise dalâlettir. Aslı, Allah’ın kitabında olmayan sünnet ile âmel fazilet, terki ise bir hata değildir. (Taberânî)
Sünnet, tarif edenlerin amacına ve tarif şekillerine göre 100’den fazla çeşit ve sınıflara ayrılır.
“Muhammed Tahir b. “Aşur’a göre Hz. Muhammed’in sünneti 12 sınıfta mütâlâa etmek mümkündür ki, bunlar;1)Yasama. 2)Fetvâ. 3)Yargı. 4) Devlet Başkanlığı. 5)İyiye güzele teşvik. 6)Arabuluculuk. 7)Fikir danışanlara yol gösterme. 8)Nasihat. 9)İnsanları el mükemmel olana yönlendirme. 10) Yüce hakikatları telkin. 11)Tehdit ve azarlama. 12)Yaradılış icabı ve maddi ihtiyaç gereği yaptıkları.İlk üçünün bağlayıcılığı kesindir. Diğerlerinin bağlayıcılığı yoktur.Sünnet’in azımsanmayacak bir bölümü teşrî amaçlı olup, Müslümanları bağlayıcı özelliktedir. Ancak bu, Sünnet’in tamamının bağlayıcı olduğu anlamına gelmez.
Yaradılış icabı ve maddi ihtiyaç gereği olarak yaptıkları: Peygamber’in bir insan olarak yaptıkları işleri, davranışları içerir. Bu davranışlardan amaç, ne dinî bir hüküm koymak ne de Müslümanların kendisinin bu davranışlarına uymasını istemektir. Bunların, ümmeti bağlamayacağı kabul edilmektedir. Yeme-içme tarzı, yediği içtiği yiyeceklerin cinsi, giyim-kuşam şekli ve cinsi; yolda yürüyüşü, yolculukta hayvanlara binmesi, sabah namazından sonra sağ tarafı üzerine uzanarak uyuması, hurma aşılama konusundaki tavsiyeleri gibi örnekler bu çeşit içerisine girer.”(İslâm Düşüncesinde Sünnet. Doç. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu)
“Sünnet, Peygamber’in kendi döneminde İslâm toplumunu, akîde, tebliğ, eğitim, ahlâk, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çeşitli alanlarda; kısacası bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatın her alanında yönlendirip yönetmede, Kur’an başta olmak üzere esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu bir ‘zihniyet’ ya da ‘dünya görüşüdür’
Nebevî Sünnet Koymak, Hz. Peygamber’in dönemiyle sınırlıdır ve O’na mahsus bir olgudur. Özellikle bazı tasavvufî çevrelerde, vefatından sonra bile Hz. Peygamber’den keşf veya ilham veya rüya yoluyla HADİS aldığını iddia eden ve aldığı bu HADİSLER üzerine dinî bir anlaşış bina edenlere, hatta bir hadisin sahih olup olmadığını RÜYA veya keşf aracılığıyla Hz. Peygamber’den sorup öğrendiğini ileri sürenlere rastlanmaktadır “(İslâm Düşüncesinde Sünnet. Doç. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu)
HADÎS, kelime olarak “haber-söz” demektir ve şöyle tarif edilmektedir: “Hadîs, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve tavırlarına ait HABERDİR” veya “Kavlî, fiilî ve takdirî SÜNNETLERİN, sözle tesbit edilmiş şekline HADÎS denir” (Prof. Ali Yardım’ın Hadîs I-II kitabından)
Hadîsler çok çeşitlidir. Her dönemde bir cemaat tarafından rivayet hadîslere MÜTEVATİR; en az üç râvi tarafından MEŞHUR; iki râvi ile rivayet edilene AZİZ, tek râvi ile rivayet edilene de GARİB denilmiştir. Buna göre MÜTEVATİR en üst tabakadır. Ondan sonra MEŞHUR, ondan sonra AZİZ gelir. Bu şekildeki tasnifin kendi arasında değişik kısımları vardır.
Sahih, hasen, za’if, münker, mürsel, münkatı, mu’dal, muttasıl, müsned, mütevâtir, garib şeklinde tasnif de vardır.
Hadisler, Hadîs-i Şerif ve Hadîs-i Kutsî diye de ikiye ayrılır.
Hadis-i Şerif’lerin lafzı da manâsı da Peygamber’e ait bulunmaktadır.
Hadîs-i Kutsî’lere gelince: O, Manâsı Allah tarafından vahyedilen fakat ifadesi (lâfzı) Hz. Peygamber’e ait olan hadîslerdir” şeklinde tarif edilir. Bu hâliyle hadîs-i kutsî, Kur’an ve Hadîs’in sadece birer özelliğini taşıdığı dikkat çekmektedir. O, manâ bakımından Kur’an, lâfız bakımından ise Hadîs gibidir” (Prof. Ali Yardım. Hadîs I-II kitabından)
Okumak ZAHMETİNE katlanan arkadaşlarıma teşekkür ederim.
(Not: Bir SÜNNET daha vardır. O da, erkeklerin PİPİSİNİN ucunu kesip atmaktır ki, bu tamamen TEVRAT’ta vardır ve İbrahim ile Allah arasındaki anlaşmanın delili ve Allah’ın, İbrahim’e biat edenleri TANIYABİLME şartıdır. Ve konumuz dışındadır. Müslümanlar da bunu YAHÛDİLERDEN TAKLİT etmişlerdir. Sıhhat ile falan hiçbir ilgisi yoktur)