Zaman zaman tarihçe-i hayatımızdan bazı anekdotlar aktarmaktayım. Bu yazıda da hayatımın nirengi noktasını teşkil eden “sevgi”den bahsedeceğim. Elhamdülillah diyebilirim ki hayatım boyunca sevgi ile gaşyolduk, yani dolduk, doyduk. Daha doğar doğmaz etrafım sevgi halesi ile çevrelenmiş. Ailenin ilk çocuğuyum. Anam, babam, dedem, ninem, halalarım üzerime titremişler. Aklım yetmeye başlayınca gördüm, hissettim. Biz, dedem, ninem henüz bekar olan halalarım ve amcamla aynı evde yaşıyorduk. O üç halam, beni muhabbetle bağırlarına basardı. Amcamla arkadaş gibiydik. Sonradan evlenip kendi evlerini kurdular, ancak sevgileri hep benimleydi. Diğer halalarım da öyle. Köydeki halalarımı ziyarete gitmeye can atardım. Onlar da “Burhan sever” diye sütlacı hazır ederlerdi. Yağlı koyun sütünden kocaman kalaylı sahanda sütlaç aynı zamanda sevginin alametiydi. Teyzelerim, dayılarım ve diğer akrabalarımın sevgilerini üzerimde hissederdim.
Sevgi, her yanımızı sarmıştı. Mahalle komşularımız, mahalle arkadaşlarımız… Derken ilkokul, ortaokul, lise arkadaşlarımız… Ortaokulu imam-hatip lisesinde okudum. Bizim zamanımızda imam-hatibin orta kısmı dört sene idi. Okul arkadaşlarımızla aramızda muhabbet halkaları örülmüştü. İkinci sınıfta, Risale-i Nur camiâsı ile tanıştım. Merhum Nazım Gökçek ağabeyin bizi muhabbetle bağrına basması unutulmaz. Gaziantep’teki diğer Nur talebelerini hep sevgilerinden hatırlamaktayım. 1973’te dayım Mehmet Bozgeyik MSP’den milletvekili adayı oldu. O esnada Millî Görüş camiasıyla tanıştım. O insanların biz gençlere sevgi ile yaklaşmalarını unutamam. 50 sene olmuş. Hâlâ hayatta olanlarla görüşürüz. Muhabbetimiz hiç eksilmedi. 1975’te İstanbul’a gelince Nur talebelerinin kaldığı ve “medrese”, “dershane” denilen talebe evlerinde kaldım. Kirayı, yemek masraflarını, diğer zaruri giderleri kendimiz karşılıyorduk. O tarihte Nur talebeleri bu kadar bölünüp parçalanmamıştı. Büyük bir camiaydı. O camiadaki herkesle aramızda derin sevgi bağı kurulmuştu. İstanbul meşveret heyeti seçimle tesbit edilirdi. 1991’deki seçimde birinci olmuştum. Yeni Asya Gazetesi’nin sahibi Mehmet Kutlular ikinci olmuştu. Bu, aynı zamanda sevginin de alametiydi. 27 Nisan 1992’de dört arkadaşla birlikte Yeni Asya’dan ayrıldık. Ayrılıncaya kadar gazetenin okuyucuları bizi çok sevmekteydi. Anadolu’nun her yerinde bizi bağırlarına basmaktaydılar. Hacı Hulusi Bey merhumun sık sık tekrarladığı bir söz var; “Bir yer ki yok nâmeni dinleyen gûş; tezyi-i nefes eyleme, tebdil-i mekân eyle!” Yani; “Bir yerde sözünü, mektubunu dinleyen kulak yoksa, nefesini boşuna tüketme, mekânı değiştir.” Biz de öyle yaptık. Ancak geride bıraktığımız kardeşlerimizin sevgisini unutmadık. 1993 başında Cenab-ı Hak lütfetti, müstesna bir âlim olan Molla Muhammed Doğan Hocamızla tanıştık. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, akâid, Risale-i Nurların şerhleri derslerinden çokça istifade ettik. Hocamızla ve o dersleri takip edenlerle aramızda sevgi bağları oluştu. 1993 Nisan’ında Millî Gazete’de yazmaya başladım. Gazete çıktığı ilk günden itibaren merhum Ali dayımın oğlu Rauf Bey’le birlikte alıp takip ederdik. Kısmette gazetenin yazarı olmak da varmış. Zamanla gazetenin yazarlarıyla, personeliyle, okuyucularıyla aramızda derin muhabbet bağı kuruldu. İşte yazdığımız gibi, bizim içimiz dışımız bir. Fildişi kulede oturmuyoruz. Her arayan bizi rahatlıkla buluyor. Dolayısıyla pek çok okuyucumuzla telefonla görüşmekte, muhabbet etmekteyiz. Ofisimizde haftanın iki günü sohbet yapmaktayız. Hadis, tefsir, fıkıh ağırlıklı sohbetimize isteyen herkes gelebilmekte. O sohbet arkadaşlarımızla da aramızda derin sevgi bağı var. Zira bir kısmıyla 15 yıldan beri birlikteyiz. 2008 Nisan’ında İstanbul’dan şehrimiz olan Gaziantep’e geldim. Burada Ahmet Çelik Hoca’nın riyasetinde bir grup hoca arkadaşlarımızla ilim tahsil ettik. Onlarla da on beş yıldır beraberiz, nice ilmî eserleri birlikte mütalaa ettik. Aramızda derin muhabbet bağı kuruldu. Şehrimizin sivil toplum kuruluşları temsilcileriyle de aramızda samimi ve sıcak sevgi bağı oluştu. Rabbime hadsiz hamdolsun, içimiz dışımız sevgi ile dolmuş. Ne mutlu bize, bize sevgi ile bakan nice tanıdıklarım var. Şöyle bir düşünüyorum da sevgisizlik, ölümden, işkenceden farksız. Sevgi demek, hayat demek. Şahsen ben, bütün ümmet-i Muhammed’i sevmekteyim. Zaten bu sevgi imanın gereği. Cami cemaatini sevmekteyim. Komşularımı sevmekteyim. Kardeşlerimi, yeğenlerimi, akrabalarımı, evlatlarımı, gelinlerimi, dünürlerimi, torunlarımı, hocalarımı, ders arkadaşlarımı, kırk yıllık mesai arkadaşlarımı sevmekteyim. İşte gözlerinden, seslerinin tonlarından, davranışlarından da anlamaktayım ki, onlar da beni seviyor. Rabbimizin Vedûd isminin bir tecellisi olan sevgi ne güzel. Sevgiye sahip olmayan insanlar nasıl yaşıyor, hayret ediyorum. Sevgisiz hayat olur mu?