Ümmetçe yakın tarihte başımıza gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Peş peşe gelen savaşların ardından, pek çok İslâm beldesi işgâl edildi. Ümmetin birliğini temsil eden Hilâfet müessesesini yitirdik. Bir ara camilerimiz horlandı. Ezanımız yasaklandı. Kur’an öğrenmek ve öğretmek yasaklandı. Saymaya devam edelim mi? Ekonomik cihetten çökertildik, fakir bırakıldık. Bilgili olma kaynaklarımız kurutuldu, cahil bırakıldık. Hasımlarımız ise son derece donanımlıydı. Hepsi organizeli çalışmaktaydı. Bilgiliydiler. Bizimle ilgili müthiş planlar yaptılar ve uygulamaya koydular…
Gladiston, “Ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız, ya da Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız!” demişti. Bu planı devreye koydular. Nesiller boyu, Müslümanların evlatlarına “Doğru İslâmiyet” anlatılmadı. Anlatılmadığı gibi, İslâmiyet’e bütünüyle zıt fikirler empoze edildi. Tarihimiz doğru şekilde anlatılmadı. İslâm âleminin düşmanları insanlarımıza tanıtılmadı. Onlar obez insanlar gibi bilgilerle donandılar. Bizi, tıpkı Afrika’ya, Yemen’e yaptıkları gibi bilgiye aç bıraktılar. Bilgi açlığımızdan, ekonomik cihetten sefaletimizden (Çünkü bütün maddî vâridâtımızı çalmışlardı, gasp etmişlerdi, yağmalamışlardı. Gerçekte onlar hırsızdı, gâsıptı, yankesiciydi ve kâtildi…) alabildiğine istifade ettiler.
Bu hüzünlü hikaye, geçen asrın ilk çeyreğinde, ikinci çeyreğinde, üçüncü çeyreğinde, dördüncü çeyreğinde devam etti. Yirmi küsur İslâm ülkesinde, yirmi milyondan fazla masum insanı öldürdüler. 120 mâmur şehri viran ettiler. 20 milyondan fazla insanı yurdundan yuvasından ettiler…
Yirmi birinci yüzyılın ilk yirmi senesinde yine müthiş planlarını devreye koydular. Hedef bu defa, Müslümanların inancını kökten değiştirmekti. Müslümanları kendileri gibi cehennemlik edince rahatlayacak, yüreklerinin yağı eriyecekti. Hem böylece Müslümanların dizinin dermanı kalmayacak, karşılarına dikilemeyecekti. FETÖ projesi onların planlarından sadece biriydi. Onun gibi yüzlercesini hazırlayıp Âlem-i İslâm’a salmışlardı.
Türkler, Kürtler, Araplar, Çeçenler, Afganlar, Boşnaklar, say sayabildiğin kadar. Her ırktan Müslümanlar çok büyük acı çekti. Çok darbe yediler… İşte tam da bu noktada aklıma yıllar önce bir arkadaş grubunun yaptığı bir espri geldi. Yaklaşık 30 yıl önceydi. Köşe yazısı da yazdığım gazetede Pazar günleri okuyucuların yüzü gülsün diye bir mîzah sayfası başlatmıştık. Sayfanın ismi “Pazar Ola” idi. Arkadaşlarımız orada şöyle bir espri paylaşmıştı: “Şu şu yapıda biri devamlı yardım toplamaktadır. Siz de uyanık olun be yav!” Oradaki yazıyı bir de karikatürle süslemişlerdi. (Nedim Polat, Şaban Ok, Murat Öztürk, Mustafa Aydın’ın kulakları çınlasın!..)
Sözü şuraya getirmek istiyorum: Evet, son yüz yılda, hatta yüz elli yılda, maddî-mânevî büyük darbeler yedik. Bu bir gerçek… Bir başka gerçek de bize bu darbeyi vuranların müthiş organize oluşları, bilgi bakımından donanımlı oluşları idi. Adamlar taaa bin sene önce, bin dört yüz sene önce kıçlarına yedikleri tekmeyi unutmamışlardı.
Yıllar önce arkadaşlarla bir seyahatimizde Konya üzerinden, Torosları aşarak Silifke’ye inmekteydik. Dağın zirvesinde, yayla diyebileceğimiz bir yerde otobüsler ve kalabalık bir turist kafilesi gördük. Rehberlerine sorduk. Meğer o turist grubu, Haçlı Seferleri’nde Kılıç Arslan’ın haddini bildirdiği Haçlı askerlerini anıyorlarmış. İşte tam da o bölgede on binlerce Haçlı askerlerinin icabına bakılmış. Adamlar bunu unutmamış.
Onlar unutmuyor, onlar hedefe kilitlenmiş bir vaziyette ilerliyor. Peki, ey Müslümanlar, bizler ne yapıyoruz? Daha yüz yıl önceki Kurtuluş Savaşı’nın safhalarını bile unutmuşuz. “Siz de uyanık olun be yav!” demek için, üç kitap telif ettik. (Kurtuluş Savaşı’nda Gaziantep, Üç Kahraman, Kurtuluş Savaşı’nda Gaziantep’in Çocuk Kahramanları) İnanır mısınız, şehrimizin belediyeleri ve ilgilileri bir tek kitap bile almadılar. Bu yazıyı yazmadan önce sosyal medyada bir belediyenin on binlerce bastırttığı bir kitabı gördüm. Bir Rus yazarın kitabı… “Yazıklar olsun!” dedim. İyi de biz bu kafayla bu vatana nasıl sahip çıkacağız?