Liseyi bitirmiş, üniversite imtihanına girmiştim. Neticelerin açıklanmasına daha çok vardı. İşte o arada TEK’te (Türkiye Elektrik Kurumu) şef mühendis olarak çalışan Mehmet Bey, bana bir teklifte bulundu: “Seyahat etmeyi seversen, gel bizim yanımızda çalış! Hem hayat tecrüben olur!” Seyahati, ülkemin muhtelif yerlerini görmeyi çok arzu ediyordum, kabul ettim ve işe başladım. Bu iş, benim için gerçekten büyük bir hayat tecrübesi oldu.
TEK’teki unvanım, “sürveyan” idi. Bu “kontrolör” demek. Pilon adını verdiğimiz dev direklerin yapımı ihale ile müteahhitlere verilmekteydi. Bizim işimiz, yapılan işin, şartnâmeye uygun olup olmadığını kontrol etmek, yapılan işi günlük olarak yerinde tâkip etmek ve sonunda rapor hazırlamaktı. İlk görev yerim, Silopi-Cizre arasındaki çalışmayı denetlemekti. Land Rover model son model bir jeep ve onu kullanan şoför arkadaşla birlikte Silopi’ye gittik. Orada görev yapan arkadaşla bir hafta birlikte çalıştık, bana işi öğretti ve kendisi başka bölgeye gitti.
Silopi’de bir otelde kaldık. Otelin sahibi Mehmet Efendi, abdestli, namazlı, hoş sohbet biriydi. Kürtçeyi çok güzel konuşuyordu. Ne yazık ki, bizim işten gelmemizden kısa müddet sonra evine gidiyordu. Akşamları orda kalmış olsa, Kürtçeyi güzelce öğrenecektim. Orada 40 gün kaldım, işçilerle anlaşabilecek kadar da Kürtçe öğrenmiştim. Yıl 1975. Bölgede anarşi’nin “A”sı yok. Biz dağ köylerine gidiyoruz, köylüler bizi misafir ediyor. Akşamları Dicle kenarında çay içiyoruz, bazen Dicle’de yüzüyoruz. Bilenler Cizre’nin sıcağını bilir. Bir defa denemek için asfaltta yumurta pişirmişlerdi. İşte o sıcakta oruç tutuyorum. Namaz kılmam, oruç tutmam, bölge insanının çok hoşuna gidiyor. Bana karşı büyük muhabbetleri var. Bizim direk çalışması Cizre’ye yaklaşmasına rağmen biz yine Silopi’de kalıyorduk. Otele ve Mehmet Efendi’ye alışmıştık.
İkinci görev yerim Afşin-Elbistan idi. Bu görevimiz yaklaşık üç hafta sürdü ve o çalışma esnafında Afşin-Elbistan Termik Santrali’nin misafirhanesinde kaldım.
Üçüncü görev yerim Bitlis-Tatvan arasındaki hat çalışmasıydı. O esnada 40 gün Cizre-Silopi arasında kaldığım için çat-pat Kürtçe konuşabiliyordum. Bütün o bölgenin mert, misafirperver, âlicenap insanlarını çok sevdim. Dinlerini ve vatanlarını çok seven o insanların huzurunu bozanlar, bozmaya çalışanlar huzur yüzü görmesin diyorum. Gerçekte ülkemiz üzerinde, daha geniş çerçevede bütün âlem-i İslâm üzerinde gözü olan o gözü çıkasıcalar, sonraları, (1980’den sonra) bölge insanlarını çok rahatsız ettiler. Sonraları bir gazeteci olarak bölgeyi karış karış gezip, o bölge insanlarına yapılanları dinledim; inanın çoğu defa dayanamayıp onlarla birlikte gözyaşı döktüm. Bu ülkeyi yöneten idareciler ve devletin bütün birimlerinde çalışanlar el ele verip bu yarayı tedavi etmeli, o bölgeye kalıcı huzur ve sükûn temin etmeli, o bölge insanları ecnebilerin uşaklığını yapan taşeron örgütlerin ve kuruluşların yanına itilmekten kurtarılmalıdır. Her neyse bu ayrı bir konu olduğu için şimdilik bu kadarla yetinelim. Eylül ortalarına doğru (1975) Bitlis’ten telefon ettim, dedem çıktı, “Dede, üniversite imtihanı neticesi geldi mi?” dedim. “Evet oğlum!” dedi. “Neresi çıkmış dede!” deyince, “İstanbul diyorlar da neresi olduğunu bilmiyorum!” dedi. Anlamıştım, ilk tercihim olan İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü gelmişti. Aynı gün, TEK Bölge Müdürlüğüne telefon açıp durumu bildirdim ve üniversite kaydı için İstanbul’a gitmem gerektiğini belirtip izin istedim. “Bir-iki güne kadar bir arkadaşı göndeririz, gelirsin!” dediler. İstanbul’a gitmeden önce de istifa dilekçemi verdim. Oradaki bütün tanıdıklarla helalleştik. Benim için güzel bir hayat tecrübesi olmuştu.
Makale Yazısı-27 Ara 2021 - 04:30Tahsil Hayatım (5)
Burhan Bozgeyik
Makaleyi Sesli Dinle Tüm Yazıları Mesaj Gönder -+Hayat Mektebi (2)
Liseyi bitirmiş, üniversite imtihanına girmiştim. Neticelerin açıklanmasına daha çok vardı. İşte o arada TEK’te (Türkiye Elektrik Kurumu) şef mühendis olarak çalışan Mehmet Bey, bana bir teklifte bulundu: “Seyahat etmeyi seversen, gel bizim yanımızda çalış! Hem hayat tecrüben olur!” Seyahati, ülkemin muhtelif yerlerini görmeyi çok arzu ediyordum, kabul ettim ve işe başladım. Bu iş, benim için gerçekten büyük bir hayat tecrübesi oldu.
TEK’teki unvanım, “sürveyan” idi. Bu “kontrolör” demek. Pilon adını verdiğimiz dev direklerin yapımı ihale ile müteahhitlere verilmekteydi. Bizim işimiz, yapılan işin, şartnâmeye uygun olup olmadığını kontrol etmek, yapılan işi günlük olarak yerinde tâkip etmek ve sonunda rapor hazırlamaktı. İlk görev yerim, Silopi-Cizre arasındaki çalışmayı denetlemekti. Land Rover model son model bir jeep ve onu kullanan şoför arkadaşla birlikte Silopi’ye gittik. Orada görev yapan arkadaşla bir hafta birlikte çalıştık, bana işi öğretti ve kendisi başka bölgeye gitti.
Silopi’de bir otelde kaldık. Otelin sahibi Mehmet Efendi, abdestli, namazlı, hoş sohbet biriydi. Kürtçeyi çok güzel konuşuyordu. Ne yazık ki, bizim işten gelmemizden kısa müddet sonra evine gidiyordu. Akşamları orda kalmış olsa, Kürtçeyi güzelce öğrenecektim. Orada 40 gün kaldım, işçilerle anlaşabilecek kadar da Kürtçe öğrenmiştim. Yıl 1975. Bölgede anarşi’nin “A”sı yok. Biz dağ köylerine gidiyoruz, köylüler bizi misafir ediyor. Akşamları Dicle kenarında çay içiyoruz, bazen Dicle’de yüzüyoruz. Bilenler Cizre’nin sıcağını bilir. Bir defa denemek için asfaltta yumurta pişirmişlerdi. İşte o sıcakta oruç tutuyorum. Namaz kılmam, oruç tutmam, bölge insanının çok hoşuna gidiyor. Bana karşı büyük muhabbetleri var. Bizim direk çalışması Cizre’ye yaklaşmasına rağmen biz yine Silopi’de kalıyorduk. Otele ve Mehmet Efendi’ye alışmıştık.
İkinci görev yerim Afşin-Elbistan idi. Bu görevimiz yaklaşık üç hafta sürdü ve o çalışma esnafında Afşin-Elbistan Termik Santrali’nin misafirhanesinde kaldım.
Üçüncü görev yerim Bitlis-Tatvan arasındaki hat çalışmasıydı. O esnada 40 gün Cizre-Silopi arasında kaldığım için çat-pat Kürtçe konuşabiliyordum. Bütün o bölgenin mert, misafirperver, âlicenap insanlarını çok sevdim. Dinlerini ve vatanlarını çok seven o insanların huzurunu bozanlar, bozmaya çalışanlar huzur yüzü görmesin diyorum. Gerçekte ülkemiz üzerinde, daha geniş çerçevede bütün âlem-i İslâm üzerinde gözü olan o gözü çıkasıcalar, sonraları, (1980’den sonra) bölge insanlarını çok rahatsız ettiler. Sonraları bir gazeteci olarak bölgeyi karış karış gezip, o bölge insanlarına yapılanları dinledim; inanın çoğu defa dayanamayıp onlarla birlikte gözyaşı döktüm. Bu ülkeyi yöneten idareciler ve devletin bütün birimlerinde çalışanlar el ele verip bu yarayı tedavi etmeli, o bölgeye kalıcı huzur ve sükûn temin etmeli, o bölge insanları ecnebilerin uşaklığını yapan taşeron örgütlerin ve kuruluşların yanına itilmekten kurtarılmalıdır. Her neyse bu ayrı bir konu olduğu için şimdilik bu kadarla yetinelim. Eylül ortalarına doğru (1975) Bitlis’ten telefon ettim, dedem çıktı, “Dede, üniversite imtihanı neticesi geldi mi?” dedim. “Evet oğlum!” dedi. “Neresi çıkmış dede!” deyince, “İstanbul diyorlar da neresi olduğunu bilmiyorum!” dedi. Anlamıştım, ilk tercihim olan İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü gelmişti. Aynı gün, TEK Bölge Müdürlüğüne telefon açıp durumu bildirdim ve üniversite kaydı için İstanbul’a gitmem gerektiğini belirtip izin istedim. “Bir-iki güne kadar bir arkadaşı göndeririz, gelirsin!” dediler. İstanbul’a gitmeden önce de istifa dilekçemi verdim. Oradaki bütün tanıdıklarla helalleştik. Benim için güzel bir hayat tecrübesi olmuştu.
1976 yazında da tatil müddetince bir inşaat firmasında çalıştım. Görevim, yine yapılan işleri denetlemekti. İnşaatlar hangi seviyede, hangi malzeme lazım, bunları tespit edip, malzemelerin vaktinde yerine ulaşması için çalışıyordum. Bu iş tecrübesi de “hayat mektebinde” benim için iyi bir tahsil oldu.