Taziye, vefat eden bir Müslüman’ın yakınlarına, musibete karşı sabırlı ve tahammüllü olmayı tavsiye edip Cenab-ı Hakk’ın büyük mükâfatından bahsetmek ve meyyite (meyyiteye) dua etmektir. Vefat eden bir Müslüman’ın akrabalarına teselli verip taziye etmek sünnettir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) taziye hususunda şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir Müslüman bir musibetten dolayı Müslüman kardeşini taziye ederse, mutlaka Allah (c.c.) kıyamet gününde kendisine taltif elbiselerini giydirecektir.”
Cenaze namazını kılmak, defin esnasında bulunmak, definden sonra taziyede bulunmak, Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarındandır. Cenaze ile ilgili hükümler; ya farz-ı kifaye, ya sünnet-i kifayedir. Bir grup Müslüman’ın yapması ile bütün Müslümanların üzerinden vebal kalkar. Cenaze namazı, Şeâir-i İslâmiye’dir. Şahsî farzlardan üstündür.
Biz Müslümanlar, temel dinî bilgileri öğrenmeliyiz. Bu arada “taziye adabını” da öğrenmeliyiz. İslâmî taziye usulü nasıldır? Bunu öğrenmeli ve buna göre hareket etmeliyiz. Ne yazık ki günümüzde İslâm’ın esas aldığı taziye adabı uygulanmıyor. Çoğu kimse kafasına göre bir yol tutturmuş, gidiyor. Meselâ taziyelerde yemek verilmesi gibi… Bizim Güneydoğu’da ve Doğu’da bu iş çok abartılıyor. Bazen 30 gün, hatta kırk gün boyunca taziyeye gelenlere en az iki öğün yemek veriliyor. Oysa dinimizde böyle bir usul yoktur, bu bütünüyle bid’attir. Aslolan, cenaze yakınlarına yemek götürmek, onların yemesi için ısrarda bulunmaktır. Sünnet olan budur. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) amcası oğlu Hz. Cafer’in şehadetini bir mucize olarak ashabına haber vermişti. Daha sonra ev halkına şu talimatı verdi: “Cafer’in ev ehli için yemek yapın. Çünkü onları meşgul eden bir şey (ölüm) onlara gelip çattı” (Tirmizi).
İslâm’da taziye üç gündür. Aslolan budur. Taziye mezarlıkta olmaz. Cenazenin yakınının evinde ve taziye evlerinde taziyede bulunulur.
Taziye ziyareti zaten fazla uzun olmaz. Kur’an-ı Kerim tilavet edilir, Fatiha okunur, cenaze sahiplerinin yakınlarına sabır dilenir, teselli edilir, sonra veda edilir. Öyle yemek yenilecek kadar durulmaz. Köy, kasaba gibi yerlerde ise, uzak yerlerden gelenler, o beldenin sakinleri tarafından misafir edilir.
Yanlış ve bid’at olan uygulamada ise, cenaze yakınları daha ilk andan itibaren çok büyük bir telaş içerisine girmektedirler. Oğullar, enişteler, yakın akrabalar, cenaze ile ilgilenmekten çok, cenaze defnedildikten sonra verilecek yemeğin telaşına düşmektedirler. Oysa onların sıkıntısı, üzüntüsü, onlara yeter. Onlar niçin yemek hazırlamak için koştursunlar ki. Ne kadar yanlış bir uygulama. Onları tanıyan Müslümanlara düşen vazife, onlara (sadece cenazenin yakınlarına) yemek hazırlayıp götürmek ve onların yemesi için ısrarda bulunmaktır.
Bizim memlekette (Güneydoğu ve Doğu’da) cenaze sahiplerinin bütün yakınları cenazeye gelenlere hizmet etmek için helak olmaktadırlar. Yemekti, çaydı, diğer ikramlardı… İşin fizikî yorgunluğundan ayrı, bir de maddî külfeti var. Çoğu bahsetmeyi bile ayıp karşılar, ama işin gerçekten bir “maddî yıkım” boyutu da vardır.
Bilhassa âlimler, hoca efendiler bu meseleye el atmalı, taziye evindeki yemek ikramını kaldırtmalıdırlar. Cenazenin yakınlarına yemek ikramı sünnettir. Ancak yalnızca onlara yetecek miktarda yaptırılmalı, taziyeye gelen herkese ikram etmek, düşünülmemelidir. Gelenler çok çok yarım saat, bir saat durmaktadırlar. İnsan bir saat bir şey yemese, acından ölmez. Gidip başka yerde yesin. Ya da o cenazenin olduğu yerdeki kimseler o gelenleri evlerine veya lokantaya götürüp ikramda bulunsun. Cenaze sahipleri o üzüntülü hallerinde bir de gelenlere yemek yaptırmayı, sofra hazırlamayı düşünmesinler.
Taziyede mevlid okutmak ve bunun sonunda yemek ikramında bulunmak da bid’attır. Mevlid sevinçli günlerde okutulur. İslâm’da, 7. gün, 40. gün ve ölüm yıldönümü merasimleri de yoktur. Bu gibi merasimler ekseriyetle Hıristiyanlara ait âdetlerdir.
Biz hayatımızın her safhasında olduğu gibi, cenazelerimizde de İslamî adaba uygun davranmayı şiar edinelim. Yanlışlardan vazgeçelim.