Bu yaz boyunca, hemen her gün “TBMM Gizli Celse Zabıtları”nı okudum. Bunu kendime çok ciddi bir meşgale edindim ve günde ortalama 7-8 saat okudum. Bu çalışmayı “Kurtuluş Savaşı Serisi”nin son kitabı için yapmaktaydım. Koltuğumun altına kitabı, elime bir termos dolusu çayımı, kalemimi, ekmek bıçağını (“Ne alaka?” diyeceksiniz, bu zabıt ceridelerinin sayfaları açılmamış. Bıçakla sayfaları kesip öyle okuyorum) alıp parka gidiyorum. Geçenlerde yine böyle bir okuma programı esnasında oradan geçmekte olan komşumuzun merakını mucip olmuş, bana ne yaptığımı sordu. “Okuyorum!” dedim. “Ne okuyorsun?” dedi. “TBMM Gizli Celse Zabıtlarını” dedim. “Yahu o kadar şey okunur mu?” dedi. Elimdeki 3. ciltti ve tam 1328 sayfaydı. Hem de büyük ansiklopedi boyu… “Okunur, birileri mutlaka okumalı” dedim. “Ne olacak okuyunca?” dedi. Şu cevabı verdim: “Bak komşum, bu zabıtlarda Kurtuluş Savaşı’nın hangi şartlarda yapıldığının sırları gizli. Mesela, askerlerimizin durumunu öğrendim. Genelkurmay Başkanı anlatıyor: Askerlerimizin çoğunun ayağında doğru dürüst ayakkabı, çarık yok. Yalınayak vaziyette olanlar var. Üzerlerinde doğru dürüst elbise yok. Geceleyin soğuktan titriyorlar. Orduda su koyacak fıçı yok. Askerlerimiz susuzluk çekiyor. Sakarya Muharebesi’nden evvel durum böyle. Sonradan düzeliyor. Ben bunları gözyaşları içerisinde okudum. İşte Kurtuluş Savaşı bu zor şartlar altında yapıldı ve Allah’ın izniyle zaferle neticelendi.” Komşum, “Boş iş bunlar. Gözüne yazık!” dedi. Hislendim: “Boş iş değil komşu. Birileri bu gerçekleri okumalı, insanlarımıza anlatmalı. Gençlerimiz, yeni nesil, bu vatanın hangi şartlar altında mücadele verilip kurtarıldığını bilmeli.”
Komşum gibi, çoğu kimseye, çalışmalarımı anlatamıyorum. Kurtuluş Savaşı’nın 100. yıldönümü geldi. Tam bir asır olmuş. Düşman yurdumuzu işgal etmiş. Bu vatanın kahraman insanları yediden yetmişe şanlı bir mücadele vermiş. O mücadelenin unutulmaması lazım. Zira her an o mücadelenin benzerini vermek durumunda kalabiliriz. Dün yurdumuzu işgal edenler / işgal ettirenler burnumuzun dibine gelmiş durumda. BOP Projesi, BİP projesi gündemde. Aslında bunlara artık proje de denmez. Zira “proje” ile kafalarından geçen mel’anetleri sergilediler. Milyonlarca Müslüman’ı katlettiler. Mamur şehirleri viraneye çevirdiler. Etrafımıza şöyle bir bakın. İşte bundan dolayı, “Uyanın! Uyanık olun! Dünkü olanları unutmayın!” demek için yazdık. Vâesefa, yayınevleri kitaplarımızın bazıları için; “Bunları satamayız, zarar ederiz!” diye basmak istemedi. Biz de kendi imkânlarımızla bastırdık. 23 yaşındaki arabamızı satıp üzerine ilave yaparak modeli yükseltmeyi düşünmüştük. Bu hayalimizi erteleyip dört kitap bastırdık: “Kurtuluş Savaşı’nda Gaziantep”, “Her Yönüyle Gaziantep”, “Üç Kahraman” ve “Kurtuluş Savaşı’nda Gaziantep’in Çocuk Kahramanları” kitaplarını… Kitapların birinci sayfasına şu yazıyı yerleştirdik: “Kurtuluş Savaşı’nın 100. Yılı / Şehitlerimizi, gâzilerimizi, o kahraman ecdâdın mücâdelesini, düşmanları, düşmanların yaptıklarını, bu vatana göz dikenleri UNUTMA!”
Yine “Vâesefa!” diyeceğim, on binlerce kitap dağıtmakla övünen belediyeler, bir yemeğe on binlerce lira veren zenginler, Kurtuluş Savaşı’ndaki mücadeleyi anlatan bu kitaplara sahip çıkmadı. Sağ olsunlar, değerli gazeteciler; teyzemin torunu Turgut Bozgeyik, İLKHA’nın çalışkan muhabiri İbrahim Koçyiğit, Kervan FM’in değerli idarecisi ve programcısı Ökkeş Korkmaz, Davet Radyo’nun değerli programcıları Yavuz Polater ve Veysel Karakuş beyler lütfedip kitaplarımızın tanıtımını yaptılar.
Şahsen ben bu nevi çalışmaları “Kurtuluş Mücadelesi” olarak görmekteyim. Bu ülkenin insanları, dünkü mücadeleyi unutmamalı, kahraman ecdâdın fedakârlığını hatırlamalı. Cihadın farz-ı ayn olması durumunda neler yapması gerektiğini bilmeli. Düşmanların yaptıklarını unutmamalı. Düşmanların oyunlarını bilmeli ve uyanık olmalı.
Bu vatan, Rabbimizin bizlere lutf u ihsanı. Elimizdeki en büyük nimet. Bu nimetin kadrini bilmeliyiz. Bu vatanın her karışını mübarek kanlarıyla sulayan şehitlerimizi ve fedakâr gâzilerimizi unutmamalıyız. Rabbim hepsinden râzı olsun. Bazıları bizi anlamasa da biz gezmeyi-tozmayı, meşrû dairede de olsa istirahati, tatili şöyle bir tarafa bırakıp bu konuları araştırmaya devam edeceğiz. Maddî imkânlarımızı da tarihimizin bu safhasının aydınlığa çıkması için sarf etmeye devam edeceğiz. Bazıları buna “enayilik” gözüyle baksa da “Yaşasın böylesine enayilik!” diyoruz.