Anadolu… Rabbimin lütfu mübarek vatan… Gerçekte bütün yeryüzü Allah-u Azimüşşân’ın mülkü. Bu mülkü, mümin ve muvahhit kullarına zimmetlemiş. Ancak bazı yerlerde, ehl-i şirk, ehl-i küfür, Allah’ın mülkünü gasp etmiş, işgal etmiş, hırsızlamış… Allah-u Teâlâ da cihadı farz kılarak, yeryüzünün küfür pisliğinden temizlenmesini ve mülkünde tekbirler getirilerek hükümlerinin hâkim olmasını murat eylemiş. İşte bu “Murad-ı İlâhî” gereğince Sultan Alparslan adlı bir kumandan, bu kutlu beldenin kapısının açılmasına mamur kılınmış. Sultan Alparslan ve 40 bin kişilik kutlu ordusu, 200 bin kişilik Haçlı ordusunun karşısına dikilmiş. Bir Cuma günü Muş’un Malazgirt ilçesi sınırlarında kalan ovada yaman bir cenk olmuş. Güneş batmadan savaşın rengi belli olmuş. Zafer, müminlerindir… O tarihten itibaren zaferler ve fetihler devam etmiş. Büyük Selçuklu Devleti, derken Anadolu Selçuklu Devleti, onun ardından Osmanlı Devleti, bu topraklarda İslâm sancağını dalgalandırmışlar.
Haçlılar 1071’i hiçbir zaman unutmamışlar. O tarihten sonra peş peşe düzenledikleri Haçlı Seferleri’yle bu cennet yurdu elimizden almak için uğraşmışlar. 1. Haçlı Seferi (1096-1099), 2. H.S. (1147-1149), 3. H.S. ( 1189-1192), 4. H.S. (1202- 1204), 5. H. S. ( 1217-1221), 6. H.S. (1228-1229), 7. H. S. ( 1248- 1254), 8. H. S. (1268-1270), 9. H. S. (1271- 1272)…
Bunlar, Selçuklu Devleti hayattayken yapılan seferler… Sonradan Osmanlı Devleti tarih sahnesine çıkmış. Ondan sonra Haçlı Seferleri aralıksız devam etmiş…
Kazandığımız şu zaferler, Haçlı dünyasına karşı idi. Yani bize karşı bir Haçlı Seferi düzenlenmiş, biz de zafer kazanmıştık. İşte o zaferlerden bazıları: Sırp Sındığı ve Çirmen, Birinci Kosova, Niğbolu, Varna, İkinci Kosova, Sapienza, Mohaç, Vertizo, Preveze, Istabur, Cerbe, Haçova, Kanije, Konotop, Kamaniçe, Olaş, Prut…
Bütün bu zaferler, Haçlıların yüzünde patlayan Osmanlı şamarlarıdır. Onlar bu şamarları unutmamışlar, yine gelmişler… Derken Çanakkale önlerindeki müthiş hesaplaşma ve Çanakkale Zaferi… Ondan sonra yine gelmişler. Anadolu’yu işgale kalkışmışlar… Mondros demişler, Sevr demişler… Anadolu halkı tekbirlerle kıyam etmiş. “Bu İslâm beldesine küffar çizmesi basamaz!” demiş. Derken verilen o müthiş mücadele ve kazanılan zafer…
Peki, Haçlılar pes etmiş mi, vazgeçmiş mi? Hayır! Bakmışlar ve onca tecrübeden sonra görmüşler ki, bu Müslümanlarla kılıç kılıca gelince, onları mağlup etmek mümkün değil. Onun için kalleşlik, üçkâğıtçılık yolunu tutmuşlar… Düzenbazlıkla, gözbağcılıkla, üçkâğıtçılıkla yurdumuzu elimizden almaya kalkışmışlar. Peki ne yapmışlar?.. Kusura bakmayın, bu soruyu sorana cevap vermeyeceğim. Yahu işte yazdıklarımız ortada. 40 yıldır kendimizi paralıyoruz. Onların yaptıkları oyunları deşifre ediyoruz. Bizim yazdıklarımıza bakan, Millî Gazete’yi okuyan, bütün o oyunları rahatça görür…
Son yüz yılda bu ülkede ve İslâm dünyasında oynanan oyunlar, aslında, üçkâğıtçılıktan başka bir şey değildir. Yıllarca “kuşa bak kuşa!” denmiş. Dikkatler başka tarafa çevrilmiş, o arada ceplerden cüzdan, yani en değerli şeyler alınmış. İp cambazları seyrettirilmiş. O esnada ağzı açık ayran delisi gibi cambaza bakanların cepleri, yani değerli olan neleri varsa, boşaltılmış, alınmış… Niçin böyle olmuş? “Bir Müslüman aynı delikten iki defa ısırılmaz” emr-i nebevisine rağmen, niçin Müslümanlar kanmış, aldatılmış? Çünkü cahil bırakılmışlar. Kendileri de gönüllü olarak cehalete talip olmuşlar ve böylece belâlarını bulmuşlar…
BOP demişler. Göstere göstere gelmişler. Irak’ı perişan etmişler. Öbür yandaki Müslümanlar, bu zulmü film seyreder gibi seyretmiş. Derken diğer beldelere çökmüşler… Kimini silahla vurmuşlar, kimini hainlerle… Bazı yerde de parayı konuşturmuşlar. Ülkelerin en stratejik yerlerini satın almışlar. Bizim insanlarımız yine seyretmiş… Lozan demişler, Fullbright Anlaşması demişler, İstanbul Sözleşmesi demişler… Demişler de demişler… Bizimkiler yine seyretmiş…
Şu kadarını söyleyeceğim. Başka da laf etmeyeceğim. Dün Haçlı Seferleri ile gelip bu vatanı elimizden almak isteyip de avuçlarını yalayanlar, yüz yıldır üçkâğıtçılıkla bu vatanı elimizden almak istiyor. Peki netice?.. Peki, yarınlarda, çocuklarımızın ve torunlarımızın hali ne olacak? Rabbimizin lütfu, şehitlerin emaneti bu cennet vatanın akıbeti ne olacak? Dilerseniz başınızı akıllı telefonlardan kaldırıp birazcık da bu soru üzerinde düşününüz…