Korona vak’asının ilk ortaya çıkmasından bu yana yaklaşık bir yıl geçti. Bu bir yılda dünyada olup bitenleri şöyle göz önüne getirip esaslı bir tahlil yaptığınızda, ortada dehşetli bir oyun olduğunu göreceksiniz. Dilerseniz bu “filmi” az geriden başlatalım… En son yapılan Davos toplantısını hatırlayalım… O toplantıya ülkemizden katılan Cüneyt Zapsu’nun çok mühim açıklamaları var. İnternetten bulup izleyebilirsiniz. Ben de o konuşmaya dayanarak “Son Normal İnsan Nesli” başlıklı bir yazı yazmıştım. Zapsu, “içeride” bundan sonra insanlığın kontrol altına alınmasının konuşulduğunu aktarmakta ve buna dair mühim ipuçları vermekteydi. İşte korona ile ilgili bütün gelişmeler, “küresel güç sahiplerinin” projelerinin hayata geçirildiğinin işaretleridir.
Dünyadaki mühim para kaynaklarından bir kısmını ellerinde bulunduran bir aile ile işbirliği yapan Çin’de korona vak’asının ortaya çıkması, bir pandomimden sonra orada vak’anın bıçakla kesilir gibi kesilmesi, peşinden aşının orada bulunması ve dünyaya pazarlanması bir tesadüf mü? Aşı, bu oyunun en mühim objesi. Onun için ondan başlayalım:
AŞI: Bir defa aşının mahiyetini hiç kimse bilmiyor. İçerisinde neler olduğunu da… GDO projesiyle insanların yediği gıdaların genetiğini değiştirenler ve ardından neredeyse nezle gibi kanser vak’alarının çoğalmasının müsebbipleri, aşı ile neler yapmaz... Bütün hastalıkların temel sebebi, vücut direncinin çökmesidir. Koronavirüse dayanamayanları araştırın, ekseriyetinin vücut dirençlerinin zayıflamış ya da zayıflatılmış kimseler olduğunu göreceksiniz. Şu aşıya karşı oldubitti alerjim ve zihnimde kocaman soru işaretleri var. Dünyadaki hiçbir idareci, “aşıyı mecbûrî yapmayı” aklının ucundan bile geçirmesin. Ama birçok siyâsî hâdiseyi önceden çizen meşhur bir çizgi romanda bunun da ipucunu gördük. Arkasında askerler olan bir kimseye zorla aşı vurulmaktaydı. HES uygulaması gibi, aşı vurunmayanların resmî dairelere giremeyeceği, seyahat yapamayacakları gibi bir şart getirilmesi korkunç bir uygulama olur. Gönüllü olarak vurunanlar vurunsun, kendileri bilir…
KÜRESEL TOTALİTER İDARE:
Koronavirüs münasebetiyle sanki bütün dünyada totaliter bir idare şekline gidilmiş vaziyette. Ülkemize bakınız. Darbeler devrinde bile bu kadar “sıkıyönetim” yoktu. Sokağa çıkma yasakları kesintisiz olarak haftalarca sürdü. Şimdi hafta sonları gece 20’den sabah 10’a kadar yasak. Her gün 65 yaş üzeri olanların saat 10-13 arasındaki vakitler haricinde sokağa çıkması yasak. 20 yaş altındakilerin 13-16 saatleri dışındaki zamanlarda sokağa çıkması yasak. Maskesiz dolaşmak yasak. O yasak, bu yasak… İnsanların ruh sağlığı ciddi olarak tehdit altına girmeye başladı…65 YAŞ ÜZERİNE BU BASKI NİYE: 65 yaş ve üzeri yaşlar, insanların en olgun çağları. O insanlar belki de bir ülkenin beyni, kalbi, zembereği, dinamosudur. Ayrıca 65 yaş üzeri binlerce on binlerce işyeri sahipleri, esnaf var. Tarihimizde 80 yaş üzeri pek çok kumandan, kahraman vardır. Tiryaki Hasan Paşa, Cezzar Ahmet Paşa gibi… 65 yaş üzerindekilere böylesine bir muâmelenin yapılması, sokağa çıkma sınırlaması / yasağı getirilmesi ne derece doğrudur?..
LOKANTALARIN VE İŞYERLERİNİN KAPATILMASI:
Aylarca kapandıktan sonra açılan bazı işyerleri tekrar kapandı. Bunların arasında lokantalar da var. (Her ne kadar paket servise izin verilmekteyse de, bunu yapabilecek kaç lokanta var? Hem o paketi alanlar nerede yiyecek? Mesela Gaziantep’te cadde ve sokakta yemek yemek de yasak!) Geçenlerde çarşıda işim vardı, kahvaltı yapmadan evden çıkmıştım. Gastronomi şehri Gaziantep’te bir çorba içecek yer bulamadım. Hepsi kapalı idi. Peki ülkemizdeki on binlerce işyeri sahiplerinin dükkân kirasını, evi kirada olanların ev kirasını, işçilerin maaşlarını nasıl ödeyecekleri düşünüldü mü? Diğer kapalı işyeri sahiplerinin benzer problemlerine ne gibi çözüm düşünülüyor?
Evet, ortada inkâr edilemeyecek bir vakıâ var. Buna karşı insanlıkla “oyun oynayan” küresel güçlerin işaret ettikleri metotlar, gösterdikleri yollar ve çözümler dışında “millî çözümler” bulmalıyız. Allah’a şükür, bizim ülkemizde bin yıllık “devlet geleneği” var. Değerli devlet adamları var. Bilim insanları var. Düşünen insanlar var. El ele verip insan onurunu ayaklar altına almadan, hürriyeti tahdit etmeden, üretime sekte vurmadan, “sağlıklı” çözümler bulmalıyız. Bizim de “dinleyeceklere” söylenecek bir çift sözümüz var. Bir sonraki yazıda…