Gazeteci Bahadır Özgür, Çakıcı'ya "kaftan giydirilirken" çekilen fotoğrafın arka planındaki siyaset-mafya-iş adamı üçgeni irdeledi.
Gazeteci Bahadır Özgür geçtiğimiz günlerde organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı'yla çekilen fotoğraftaki kişiler üzerinden bir yazı kaleme aldı. Yazıda Çakıcı'ya "kaftan giydirilirken" çekilen fotoğrafın arka planındaki siyaset-mafya-iş adamı üçgeni irdelendi.
Özgür'ün Gazete Duvar'daki yazısı şu şekilde:
Uzun süredir sessizliğe bürünmüş Alaattin Çakıcı’yı geçen mart ayında, dikkat çekici birileri ziyaret etti. II. Abdülhamit ve Atatürk’ün yan yana asılı portrelerinin önünde, ona çeşitli hediyeler sundular; bir kaftan giydirdiler; fotoğraf çektirip sosyal medyadan yayınladılar. Biri Azerbaycanlı, diğeri Kazakistanlı bu kişiler kimdi? Özel jetle gelip Çakıcı’nın huzuruna niye çıkmışlardı?
Bereketli bir suç harmanına bakıp duruyoruz aylardır. Oligarklarla emniyet ve yargı mensupları, uyuşturucu baronlarıyla iktidarın “muteber” isimleri aynı kadraja girip çıkıyor. İfşaatlar çoğu kimseyi heyecanlandırıyor kuşkusuz, “temizlik” hayali kurdurtuyor. Oysa önümüze düşen suç parçalarının yargının veya toplumsal baskının ürünü olmadığını akıldan çıkarmamak lazım. Bir devlet krizinin içinde cereyan ediyor her şey.
Çakıcı’nın kaftanlı fotoğrafı da hikâyede önemli bir detayı temsil ediyor işte. Yalıkavak Marina’da çekilen Mehmet Ağar, Korkut Eken, Alaattin Çakıcı ve Engin Alan’ın yer aldığı fotoğrafla ilişkili bir detayı...
Gelin kaftanın izini sürelim biraz. Bakın Neo-Osmanlıcılıkla simbiyoza girmiş bir ‘Avrasya suç ağı’nın Türkiye ayağında nasıl değişim yaşanmış.
Çakıcı’nın solundaki kişi, Namık Salifov’du. 19 Ağustos 2020 günü, Antalya’da bir otelde koruması tarafından öldürülen, sayısız cinayetin zanlısı “Lotu Guli” lakaplı Azerbaycanlı mafya lideri Nadir Salifov’un kardeşi. “Tacın” artık onun başında olduğu söyleniyor.
Sedat Peker ürpertici bilgiler vermişti Guli hakkında. Edirne’deki bir çatışmada polisin öldürülmesinden sorumlu tutulduğu için Türkiye’ye girişinin yasaklandığını anlatmıştı: "Bu adamın deportunu kaldırıp Türkiye'ye getirdi derin devletimizin başı. Niçin biliyor musunuz, Mansimov'u öldürmesi için. Aradı, ben dedi, Türkiye'ye gidiyorum. Gitme dedim, orada yokum, sıkıntı yaşayabilirsin. Dedi, ben güçlüyüm, Mehmet abiyle aram çok iyi."
Birkaç hafta sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da canlı yayında, gayet sakin bir ses tonuyla, Guli’nin azılı suçlu olduğunu, 2018’de yakaladıklarını, ancak birilerinin bıraktırdığını ima ediyordu. Soylu’nun bahsettiği operasyon E-5 karayolunda gerçekleşmiş, Guli’nin yanında bir özel harekatçı başkomiser de yakalanmıştı.
Neydi Edirne’deki olay peki?
2014’te öğlen vakti, Eski İstanbul Caddesi’nde, Saray Otel’in önünde çatışma yaşanmıştı. Tesadüfen orada olduğu açıklanan Edirne Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde görevli bir polis hayatını kaybetmişti. Şu videoda çatışma anı yer alıyor.
Guli adına açılmış sosyal medya hesaplarından çok sonra yayınlanan bir başka videoda ise Namık Salifov’un (diğer soyadı Bakinski) çatışmada olduğu iddia ediliyordu.
Mesele basına, Gürcü-Rus mafyası çatışması olarak yansımış; sonrasında olaylar İstanbul’un lüks semtlerindeki infaz ve suikastlara uzanan bir şiddet dalgasına yol açmıştı.
Olaydan önce Edirne’de çekildiği ileri sürülen ve Guli kardeşlerin bulunduğu resmi de buraya bırakalım:
Gelelim Çakıcı’nın sağında oturan isme… Adı Arman Dikiy. O kaftanı iki yıl önce de Peker’e hediye etmişti. Instagram hesabından şu notla paylaşmıştı Peker: “Kardeş ülke Kazakistan’ın gençlik liderlerinden Arman Dzhumageldiev ve arkadaşları beni ziyarete geldiler.”
İşin doğrusu “Dikiy-vahşi” lakabını almış Arman, ne gençlik lideriydi ne de ziyaret kültürel bir diyalogdu. Guli’nin yanından hiç ayırmadığı yoldaşıydı. Yabancı basında çıkan pek çok suç haberinde, uluslararası kara para soruşturmalarında beraber anılıyorlardı.
Kazakistan ve Özbekistan basınının “yükselen mafya lideri” diye tanımladığı Dikiy’nin son bir fotoğrafına daha yer verelim. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ne zaman ve niçin çekildiğini bilemediğimiz fotoğraf, Dikiy’in hayranlarınca (veya adamları) açılan sosyal medya hesaplarında dolanıyor.
Peker, Çakıcı ve niceleri daima suç dünyasıyla beraber anılmalarına rağmen nasıl ki siyasilerle rahatlıkla yan yana gelebiliyorsa, Boğaz’da kurşun ata ata yaptığı yat gezisinin görüntülerini çekinmeden yayınlayan Dikiy gibiler de ülkelerinde aynı “saygın” muameleyi görüyorlar. Çok kişiyle fotoğrafı var yani.
Sorun da bu değil mi zaten? Suçun nerede bitip, siyasetin nerede başladığının iyice karıştığı zamanları yaşıyoruz. Haliyle, Türkiye’deki rejime bakarken, gücün karanlık tarafını ihmal etmemek gerekiyor. Burada bazı somut olaylarla beraber çok çok küçük bir kesiti sunulan “Avrasya suç ağı”nda, kadrajı biraz daha büyütelim öyleyse…
***
Rusya’da 2009’dan sonra art arda mafya liderlerinin öldürülmesiyle başlayan bir hesaplaşma, kısa zamanda İstanbul’a sıçrıyordu. Uyuşturucu rotasındaki değişimler, Suriye’deki silah pazarı, petrol kaçakçılığı derken suç dünyasının gördüğü en verimli devir açılıyordu çünkü. Yeni finansal olanaklar ve özellikle birbirine benzeyen siyasi rejimlerin gezegenler gibi art arda dizilmesinin yarattığı imkanlar, milyarlarca dolarlık kara para evrenini kimlerin, nasıl yöneteceği sorusunu da beraberinde getiriyordu.
Köklü bir rejim değişikliğine uğrayan Türkiye, sanki bu ihtiyaca ayartıcı bir göz kırpmış; dış finansman kaynakları daraldıkça kapısı penceresi açılan ülke, vadedilmiş bir “yeni cennet” misali suçun şafağında parlamıştı.
Suçun elbette ideolojisi olmaz lakin, Neo-Osmanlıcılığın “nereden, ne bulursan getir” politikasının, kara parayı olduğu kadar kanlı hesaplaşmaları da İstanbul sokaklarına taşıdığı; SSCB dağıldıktan sonra 2000’li yıllarla Orta Asya’da yükselen ve ABD Hazine Bakanlığı’nın soruşturmalarında adı sıkça “Avrasya suç ağı” olarak geçen yapıların da kendilerine uygun iklimi bulduğu muhakkak.
Basit bir arşiv taramasıyla, benzerine filmlerde rastlanabilecek çatışmaların İstanbul’da yaşandığını görmek mümkün. Üzerine rüşvet, yolsuzluk, uyuşturucu tacirleriyle siyasilerin ilişkilerini ve “mala çökme” vakalarını da ekleyin.
Türkiye’de yeni iktidar mimarisi kurulurken, buna uygun bir “suç yönetimi” de inşa ediliyordu. Peker’in her seferinde tekrarladığı, “beraber yaptık” sözlerini, başkanlık seçimi mitinglerini fragmanlar halinde gözünüzün önünden geçirirken; Çakıcılı-Ağarlı Yalıkavak fotoğrafını ve Peker’in ifşaatlarını da yeniden hatırlayın.
Yalıkavak buluşmasından iki ay önce Çakıcı’nın şu habere dair yalnız KKTC basınında yer alan açıklamasının son paragrafını beraberce okuyalım şimdi:
“Ermeni diasporasının ve Kolombiya mafyasının parasını Türkiye’de kullanıp, borçlu iş adamlarının malını gasp eden vatan hainlerini, FETÖ ve PKK’nın parasını çalıştıran, sözde iş adamlarının namussuzluklarını gazeteler neden gündeme getirmiyor?”
Tek paragraf, aylardır önümüze düşen skandalların işaretini vermemiş mi sizce? Yalıkavak fotoğrafının neyi temsil ettiği, biraz daha aydınlanmıyor mu?
Ya kaftanın Peker’den Çakıcı’ya geçmesi…
***
Türkiye’de organize suç, kurumsal siyasetten hiçbir zaman azade olmadı. 12 Mart 1971 darbesiyle inşa edilen devlette, siyasi hegemonyayla suç dünyasındaki hegemonya daima eş güdümlü hareket etti, ediyor. Bir cephedeki yarılma, muazzam bir hızda diğerine sirayet ediyor.
Milyarlarca dolarlık kara paranın kontrgerillasından parti kadrolarının beslenmesine, çetelerin organize edilmesinden bürokrasinin rüşvet müptelalığının giderilmesine her türlü ihtiyaca koştuğu bir ülkede, devletin yapısı değişmediği müddetçe, “temizlik” de “kaftanın” el değiştirmesiyle sınırlı kalır, o kadar…