Prof. Dr. Emre Kongar, Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlanan güncesi Aymazlığın İbretlik Öyküsü’nde, Türkiye’nin tarihe “toplumsal bir aymazlığın ibret verici örneği” olarak tarihe geçen 2000-2021 yılları arasında yaşanan sürecin öyküsünü “haftalık tanıklıkları” ile okuyucularla buluşturuyor. Kongar, Ümit Aslanbay’ın yayına hazırladığı kitabında Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin adım adım, hangi tarihsel duraklardan geçtiği, “şahsım devleti”ne nasıl gelindiğini açıkça ortaya koyuyor.
‘TARİHE NOT DÜŞMEK TUTKUM’
- “Aymazlığın İbretlik Öyküsü” bir “günce” kitap... Ne zamandan beri bu kitabın üzerinde çalışıyorsunuz?
Eşim benim “tarihe not düşme” tutkumu şaka yollu eleştirirken, “Emre için paranın pulun, makamın mansıbın önemi yoktur, o tarihe oynuyor” diye takılır bana Gerçekten de ben her yazdığımı, her söylediğimi, “Yüz yıl sonra bunu okuyanlar veya dinleyenler ne der?” diye düşünerek yazar ve söylerim. Bir nevi sorumluluk duygusu veya akademik kariyerde olmanın, hocalık yapmanın mesleki deformasyonu. Aslında tam 22 yılda yazıldı.
- Bu günceyi bir kitap haline getirme fikri nasıl oluştu?
Bu “GÜNCEL” notlarım da Osmanlı dönemindeki vakanüvislere öykünmemin bir sonucu galiba. Yirmi iki yıl boyunca her hafta, siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel olaylar hakkındaki gözlemlerimi yazdım ve sevgili oğlum Kağan Kongar bunları her Pazartesi günü www.kongar.org adresli sitemize koydu.
Oğlum bu siteyi 1990’ların sonunda kurduğunda, sadece orada yayımlanacak, yani gazete yazılarından farklı olan bir makalenin her hafta bu sitede yer almasını istedi. Böylece sitemiz özgün bir kaynak niteliği de kazanacaktı.
Ben de onun üzerine, her hafta, o haftanın önemli gördüğüm olayı veya olayları hakkındaki duygu ve düşüncelerimi, gazetede yazdığım yazılardan farklı olmasına da özen gösterecek bir biçimde kaydetmeye başladım. Bazen de gazetede yazacağım konunun ön haberini verdim veya gazete yazım yayınlandıktan sonra yazıda olmayan ayrıntıları ekledim.
En başta bunları bir kitap olarak yayınlamak düşüncemiz yoktu. Bu notların kitaplaştırılması düşüncesi sevgili dostum ünlü şair ve dil uzmanı Dr. Ceyhun Atuf Kansu’nun oğlu, yine sevgili dostum olan Işık Kansu’dan geldi. Cumhuriyet Kitapları’nın editörlerinden Ümit Aslanbay da projeyi benimseyince, bu kitap ortaya çıktı.
‘HAFTALIK TANIKLIKLARIM REJİMİN ADIM ADIM YOZLAŞTIRILMA SÜRECİNİ ANLIK GÖZLEMLERLE AKTARIYOR’
- Kitabınızın giriş kısmında bu metin için, “Tarihe ‘toplumsal bir aymazlığın ibret verici örneği’ olarak geçecek önemli bir su¨recin öyku¨su¨du¨r” diyorsunuz. Hakikaten de tarihe çok nemli bir “yazıt” bırakıyorsunuz aslına bakarsanız. Bu kapsamlı çalışmayı oluştururken nasıl bir yol izlediniz?
Bu yazılar, gençlerin “hatıra defterleri” gibi veya ünlü yazarların, düşünürlerin duygularını not ettikleri “günlük”ler gibi olaylar yaşanırken tutulmuş notlardan oluşan “haftalık” yazılar.
Elbette ben kendimi asla onlarla mukayese etmiyorum. Sadece, kitabın niteliğini belirtmek açısından aşağıdaki örnekleri verebilirim:
Herkes “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” kitabını bilir. Bence de “anı kitapları” arasında çok özel bir yeri olan bir yapıttır bu kitap. Nazilerin yükselişinin trajik ve dehşet verici yükselişinin öyküsünü faşistlerin cinayetlerinden saklanan bir genç kızın gözünden okursunuz bu “günlük”te.
Daha sonra, Hans Fallada’nın “Ey Küçük Adam Ne Oldu Sana” adlı tiyatro oyununda aynı süreci görürsünüz. Cecil Philip Taylor’un “Good” adlı tiyatro oyununda, en iyi arkadaşı Maurice adlı bir Yahudi olan, liberal düşünceli bir profesörün, John Halder’in, Faşistleşme sürecini ve iç dünyasında bunu nasıl rasyonalize ettiğini izlersiniz. Elbette Inonesco’nun “Gergedan” adlı oyununu da unutmayalım.
Sanıyorum, benim de bu “Haftalık” tanıklıklarım, elbette asla bu eserler gibi değerli ve önemli olmamakla birlikte, Türkiye’deki demokratik rejimin adım adım yozlaştırılma sürecini, yaşarken anında yapılan gözlemlerle aktarıyor. Bütün yazılar otantik. Yani o tarihte ne yazılmışsa, hiçbir değişiklik yapılmadan, aynen alıntılandı.
Elbette kitabın ilginç tanıklıklardan oluşmasını sağlamak açısından her haftaki yazıyı ve seçtiğimiz her haftadaki yazının bütününü koymadık, sadece seçilmiş haftalardaki yazıların seçilmiş bölümlerini alıntıladık.
Böylece değerli okurlarımız bu “tanıklıkları” okurken, yaşadığımız karabasanı oluşturan siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümü somut ve net olarak gözlemleyebileceklerdir.
‘YETMEZ AMA EVET’ DİYEN İKİNCİ CUMHURİYETÇİLER VE AYMAZLIK!
- Kitabınızda 2000 ve 2021’in sonuna kadar olan her yılı, o yıl özelindeki önemli olaylar üzerine yaptığınız yorumlar ile değerlendiriyorsunuz. Bu yorumları toparlarken, hangi ayrıntıları öncelediniz?
Her yılın başlığını, o yıl yaptığım tanıklıkların verdiği toplam izlenim üzerinden, rejimin değiştirilme süreci açısından değerlendirdik.
İktidarın Anayasamızda, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti diye tanımlanan rejimimize aykırı olan tasarruflarına, eylem ve söylemlerine ilişkin tanıklıklarıma ağırlık verdik.Bir başka deyişle, bizi yönetenlerin, mevcut Anayasa’ya, yasalara, mevzuata ve demokratik geleneklere aykırı olan tutum ve davranışları üzerinde durduk.
Elbette toplumun genel siyasal eğilimlerine, değerlerine ve geleneklerine de atıf yaptık. Ama esas olarak yılların niteliklerini öne çıkarırken, özellikle “yetmez ama ‘Evet’” diyen “ikinci Cumhuriyetçilerin” yönlendirmeleriyle toplumun büyük kesiminin bu “aymazlığını” çelişkiler bağlamında göstermeye çalıştım. Her yıl böyle bir olayın veya olaylar zincirinin verdiği izlenimle o yılın başlığını belirledik.
ETKİ-TEPKİ-SENTEZ
- “Aymazlığa ilk not”unuz, “Kemalizmin modasının geçtiğini ileri sürenlere…” Ve bu notunuz 15 Mayıs 2000 tarihli. Kemalizm karşıtı AKP’nin ve AKP’ye yamanmış “liberal sol”un, ülkemizi ekonomik ve siyasal açıdan çöküşe uğratışının kesitlerini tüm çıplaklığıyla sunuyorsunuz.
Toplumda da bu yükselişi ve insanların hassasiyetini görebiliyoruz. Aradan geçen 22 yılda, karşımızdaki bu gerçeklik ve toplumun Kemalizm hassasiyetini dikkate aldığımızda, sizce siyasi partilerin ve ilgili demokratik kitle örgütlerinin, bu hassasiyetleri ve bu yükselişi dikkate aldığını düşünüyor musunuz?
Toplumsal ve siyasal olayların irdelenmesinde en önemli yöntem “diyalektik” yöntemdir: Yani toplumsal ve siyasal olaylar, etki-tepki-sentez ve ortaya çıkan senteze yapılan tepkilerle tekrar etki-tepki-sentez biçiminde gelişir.
Benim haftalık tanıklıklarıma baktığınızda bu zigzaglı çizgiyi çok net olarak görebiliyorsunuz... Metinlerde ayrıntılı ve net bir biçimde görülebileceği gibi iktidarın demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine her saldırısı benim bir olumsuz yorumuma yol açtı.
Ama ne yazık ki, bu yorumların, toplumun geniş kesimlerinde yankı uyandırmadı, benimsenmedi ve “aymazlık”, “ikinci Cumhuriyetçilerin” de liderliğinde, devam etti.
Bu süreç, iktidara “demokrasi adına” destek veren ve şimdi kendilerine “kullanışlı aptallar” diyen liberal solcular yani “ikinci Cumhuriyetçiler” de hapse atılmaya başlanıncaya kadar devam etti.
Toplumun tümünün Atatürkçü çizgiye geldiğini iddia etmek biraz fazla iddialı bir gözlem olur. Sadece bu iktidarın Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığının, diyalektik olarak, Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in değerlerini daha iyi anlamamıza yardım ettiğini belirtebilirim.
Yani iktidar, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığında, laikliğin altını oymakta ne kadar başarılı olursa, Atatürkçülerin ve Cumhuriyetçilerin tepkileri ve bilinçlenmesi de o ölçüde artıyor.
- “Türkler, unutkan millettir” lafını bilirsiniz. İnternet çağında, sosyal medyanın yaşamımıza girişiyle; ânı, verileri, bilgileri adeta bir çerez gibi kullanıyoruz. Kitabınızın, ulusal hafızamızda, geçen 22 yıllık bir sürecin yeniden hatırlanmasındaki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Ben toplumları milli kimliklerine göre değil, gelişme düzeylerine göre sınıflayan bir görüşe sahibim. Dolayısıyla, Türkler için söylenen bütün övücü veya eleştirici sözler, milliyetçi görüş açısıyla, lehte veya aleyhte olarak bence, her millet için de söylenebilir.
Türkiye’nin sorunu yeterince endüstrileşememiş, yani sınıfsal gelişmesini tamamlayamamış olmasıdır. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin sorunu da, bu rejimi kuracak ve destekleyecek olan çağdaş sınıfların, özellikle de işçi sınıfının nesnel ve öznel olarak gelişmemiş olmasıdır.
Dolayısıyla tartışmalar, sınıf tabanı yerine, temel hak ve özgürlükler, laiklik, sosyal devlet ve hukuk devleti gibi halkın önemlerini ve değerlerini çok da iyi bilmediği, anlayamadığı soyut kavramlar üzerinde yapılmaktadır. Çünkü emperyalizmin ve tarikatların etkisiyle dinci/milliyetçi sağ siyaset, sınıfsal gelişmeyi sınırlayıcı ve kısıtlayıcı bir etki yapmıştır.
Ancak ekonomik sıkıntılar, hayat pahalılığı ve işsizlik toplumu vurdukça, ve insanların protestoları şiddetle bastırılınca bu temel değerlerin önemi anlaşılmaktadır.
Benim bu kitabım, temel hak ve özgürlükler din ve/veya milliyet adına sınırlandığı ve kısıtlandığı, laiklikten, hukuk devletinden uzaklaşıldığı zaman başımıza nasıl felaketlerin geldiğini adım adım anlatmaktadır diyebilirim. Bu süreci Türkiye 1950-60 arasında yaşamıştı. Bu kitap, aynı sürecin 2000-2021 arasında da yaşanmasına tanıklık ediyor.
Dilerim bu yılların tarihini yazacaklar için bir müsvedde işlevini yerine getirebilir.
Fotoğraflar: UĞUR DEMİR