Erkan Baş’tan AKP’nin savaş politikaları konusunda uyarı: ‘Bu tuzağın hedefi Türkiye’dir!’
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) partisinin haftalık basın toplantısında konuştu. AKP’nin savaş politikalarını ve sınır ötesi operasyonları ¨İktidar ‘bölgede savaş, yurtta baskı’ mantığıyla hareket ediyor ve kendi bekasını çatışmada ve kaosta görüyor¨ sözleriyle değerlendiren Baş, ¨Ülkemizde, bölgede, dünyada akan her damla kan sadece ve sadece egemenlerin çıkarınadır. Biz artık daha fazla kan akmasın, daha fazla gözyaşı olmasın istiyoruz ve bunun için siyaset yapıyoruz¨ ifadelerini kullandı. Sözlerine Gaziantep’te sınır ötesinden yapılan saldırı nedeniyle hayatını kaybeden biri öğretmen, biri çocuk 3 yurttaşın yakınlarına baş sağlığı dileyerek başlayan TİP Genel Başkanı, sınırın diğer tarafından da ölüm haberleri geldiğini ve aralarında hem sivil hem de Suriye askeri olan çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bilgisini paylaştı.
‘MASUM İNSANLARIN VE ÇOCUKLARIN ÖLDÜĞÜ HİÇBİR SAVAŞ HAKLI VE MEŞRU SAYILAMAZ’
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın grup toplantısında sınır ötesi bir kara harekâtı yapılacağını bir kez daha açık biçimde ifade ettiğini söyleyen Baş, bu tabloyu şu sözlerle özetledi: ¨Yine bir seçim dönemine giriyoruz ve yine savaş çığırtkanlığı başladı. AKP, iktidarda kalabilmek için önümüzdeki günleri savaşçı politikalarla geçireceğini açık bir şekilde ilan etmiş durumda. O yüzden biz de çok açık ifade etmek istiyoruz: Çatışma, savaş yalnızca bütün seçenekler tüketildiği durumda ve savunma amacıyla yapıldığında anlaşılabilirdir. Bunun dışında masum insanların, çocukların öldüğü hiçbir savaş haklı ve meşru sayılamaz.
‘İKTİDAR, KENDİ BEKASINI ÇATIŞMADA VE KAOSTA GÖRÜYOR’
Bizim, ülkemizin ve halkımızın savaşa değil barışa ihtiyacı var. Ülkemizde, bölgede, dünyada akan her damla kan sadece ve sadece egemenlerin çıkarınadır. Biz artık daha fazla kan akmasın, daha fazla göz yaşı olmasın istiyoruz ve bunun için siyaset yapıyoruz. Ancak üzülerek görüyoruz ki iktidar, çatışmacı bir anlayışla bölgede gerginliği azaltan değil artıran bir yaklaşımla hareket etme konusunda kararlı. İstiklal Caddesi’ndeki saldırının hemen ardından ortaya dökülen bir yığın kafa karıştırıcı bilgi ve belgeye rağmen iktidar cenahı hemen suçluyu ve adresi tespit etti, ilan etti. Ardından interneti kestiler, konunun konuşulmasını, tartışılmasını, sorgulanmasını engellemeye çalıştılar. Failin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile ilgili bağlantılarını soran herkes teröristlikle itham edildi ve üzerine de ‘hesap zamanı’ diyerek alelacele bir sınır ötesi operasyona başladılar. Bu yaklaşım bize bir şeyi gösteriyor: İktidar ‘bölgede savaş, yurtta baskı’ mantığıyla hareket ediyor, kendi bekasını çatışmada ve kaosta görüyor. Aynı günlerde de sıcak para için düne kadar ‘katil, diktatör, zalim’ dediklerinin kapısını aşındıran bu iktidar sıcak savaşı körüklüyor ve bu sayede yurttaşlarımızın ‘geçinemiyoruz’ çığlıklarını bomba sesleriyle milliyetçi, militarist sloganlarla bastırmak istiyor. Kamu çıkarlarını ve huzuru değil, kurdukları ağır sömürü düzeninin selametini düşünen bir iktidarla karşı karşıyayız.
‘SEÇİM ÖNCESİNDE MUHALEFETİN SESİNİ KISMAK İÇİN HER FIRSATI SONUNA KADAR DEĞERLENDİRMEK İSTİYORLAR’
Açık söyleyelim, ülkemizi, halkımızı zerre kadar düşünmüyorlar sadece ve sadece koltuklarını, ceplerini düşünüyorlar. Onlar için işçi çocuklarının, yoksul çocuklarının kanı çok ucuz. Üzerinden siyaset yapması en kolay alan. Seçim öncesinde de anti demokratik uygulamalarını artırmak, hukuku TİP Basın Bürosu tamamen rafa kaldırmak ve muhalefetin sesini kısmak için her fırsatı sonuna kadar değerlendirmek istiyorlar. Tam bu nedenle TİP olarak uyarıyoruz: Seçim öncesi yaşanacak her olaydan şüphe duyulmalıdır. Yaşanacak her olaya şüpheyle yaklaşılmalıdır. Uyarıyoruz: Kendisi bizatihi bir suç makinesine dönüşen bu iktidarın yapamayacağı hiçbir şey yoktur. İstiyorlar ki terörle mücadele düdüğü çalsınlar ve onlar terörle mücadele dediği anda herkes hemen hazır ola geçsin, kimse hiçbir şeyi sorgulamasın. Sorgulanmayan her savaş ahlaksız savaştır. Sorgulanmayan her savaş kirlidir. Sorgulanmasının önüne geçenler de kandan beslenenlerdir.
‘EMPERYALİSTLERİN CİRİT ATTIĞI ORTA DOĞU’DA HER SAVAŞ KUŞKULUDUR’
Neredeyse yüzyıllardır emperyalistlerin cirit attığı Orta Doğu’da her savaş zaten kuşkuludur. Her barış girişimi de bu nedenle meşrudur. O yüzden savaşa karşı barışın sesi olmak bugün hem siyasi hem vicdani sorumluluğumuzdur. Barış demek suç falan değildir. İktidar, ‘kimin terörist olduğunu kimin yerli ve milli olduğunu ben belirlerim’ diyor ve herkesin bu hizaya geçmesini bekliyor. Hayır kardeşim, biz bunu kabul etmiyoruz kabul etmeyeceğiz. Bir kere bu iktidarın kendisi meşru değil ki. Bizim, halkın, muhalefetin meşruiyet sınırlarını belirlemesine neden izin vereceğiz? Bakın geride kalan dönemde, Geziciler, gazeteciler, öğrenciler, akademisyenler neredeyse tüm muhalif siyasi figürler; bugünlerde Erdoğan’ın yeniden aşk tazelediği Sisi ile görüşmeyi destekleyenler, herkes ama herkes bu memlekette ya terörist ya darbeci ilan edilmedi mi?
‘OYUNA GELENLERİ, HİZAYA GEÇENLERİ UYARIYORUZ!’
Aylardır, Türkiye’ye bakan herkesin gördüğü ve kaygıyla ifade ettiği bir senaryo vardı. AKP seçimi kaybedeceğini gördüğü zaman her şeyi yapabilecek bir partidir, her şeyi yapabilecek bir iktidardır diyorduk. Şimdi aylardır herkesin bir tehlike olarak gördüğü senaryo hayata geçiriliyor; bir tezgah, bir oyun kuruluyor ve yapılması gereken şey bu oyunun bozulmasıdır, bu tezgaha düşülmemesidir. Çünkü bu tuzağın hedefi, bu ülkede yaşayan milyonlarca yurttaşımızdır aynı zamanda. Bu tuzağın hedefi hepimiziz. O yüzden oyuna gelenleri, bu tuzağa düşenleri, hizaya geçenleri uyarıyoruz. Bu tuzağın hedefi, bu iktidara muhalefet eden herkestir. Bu tuzağın hedefi esas olarak Türkiye’dir. Buradan tüm muhalefete ve halkımıza bu oyunu bozmak üzere açık bir çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin hep birlikte basit ilkeleri olan bir barış mutabakatı oluşturalım. Bölgede gerginliği artıran, savaşı körükleyen tüm politikaların karşısında duralım. Hem iç barışımızı hem de bölge barışımızı merkeze alan sorumlu bir siyaset anlayışıyla hareket edelim. Bölgesel sorunların savaş ve çatışmayla değil; diyalog, müzakere ve diplomasiyle düzelmesi için sesimizi yükseltelim.
‘ÜLKEMİZ KENDİ SORUNLARINI KENDİ BAŞINA ÇÖZEBİLECEK YETENEĞE VE GÜCE SAHİPTİR’
TİP’in basit bir dış politika ilkesi var: TSK’nin başka ülkelere asker göndermesine de, ülkemizde yabancı asker bulundurulmasına da karşı duruyoruz. Kürt sorununun çözümü için tüm muhatapların dahil olduğu bir diyalog sürecine acil bir biçimde ihtiyacımız var. Açık söyleyelim, seçimlerden sonra derhal başlayacaktır. Türkiye, bizim güzel ülkemiz, kendi sorunlarını kendi başına çözebilecek bir iradeye yeteneğe ve güce fazlasıyla sahiptir. Sınırlarımızın içinden veya dışından düzenlenmiş her türlü askeri terör kaynaklı saldırıyı, ülke sınırları dışına düzenlenecek her türlü operasyonu, cihatçı örgütlere verilen açık örtülü desteği ülkemizde ve bölgemizde demokratik siyasete darbe girişimi olarak ilan edelim. Bu tür eylemlere mecliste de sokakta da hep birlikte karşı duralım. Halkın özgürlüğü, demokrasiyi savunması için kitlesel direnişini hep birlikte örgütleyelim. TİP Basın Bürosu Emperyalistlerin yüz yılı aşkın süredir bölgedeki paylaşım mücadeleleri ve yayılmacı bölgesel aktörler nedeniyle kan gölüne dönen Orta Doğu’nun ve ülkemizin kaderini ancak ve hep birlikte yüksek sesle ‘barış’ diye haykırarak değiştirebiliriz. Bunun başka bir yolu yoktur. Bunun dışındaki tüm yollar tükenmiştir, çaresizdir. İktidarın koltuğunu koruma pahasına memleketimizi ateş çemberine çevirme oyunlarına geçit vermemeliyiz.¨
‘ÇOCUKLARIN OKULDA AÇ OLDUĞUNU KABUL EDİYORLAR VE BUNUN FAYDA-MALİYET ANALİZİNİ YAPACAKLARMIŞ!’
Konuşmasının devamında TBMM’de devam eden 2023 bütçe görüşmelerine değinen Baş, komisyon aşamasının sonuna gelindiğini aktararak sözlerini şöyle sürdürdü: ¨Saray ve eşrafının giderayak kullanacağı bütçenin ayrıntılarını tartışıyoruz. Esas olarak bizim, yurttaşların vergilerinden oluşan paraların nerelere, kimlere, ne kadar verileceğine karar verilecek bu bütçe sürecinde yine son 20 yılda olduğu gibi yüzde 99’un cebinden alınan, çalınan paralar yüzde 1’e aktarılıp yüzde 1’e ihya edilmek isteniyor. Planlanan şey bu. Bu ihya sürecinin saatler, günler süren mesaisi bir yandan atanmış bakanların öfke nöbetleri ve hezeyanlarıyla doymayan nefislerini doyurmaya çalışmakla ve bir bölümünün de ‘bitse de gitsek’ umursamazlığıyla geçti. Bütçe, aynı zamanda hükümetlerin tercihlerini ortaya koyar. Hani 20 yılın sonunda aklında soru işareti olan varsa birkaç kalemde bu iktidarın tercihlerini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Yegâne görevi AKP’nin din bezirganlığını kurumsal olarak yapmak olan Diyanet’e ayrılan bütçe yüzde 117 artırılmak isteniyor. 6 yıldır genel bütçe içindeki oranı sürekli azalan Millî Eğitim Bakanlığı bütçesindeki vakıf ve derneklerin payı artmaya devam ediyor. Öte taraftan örneğin çocuklarımız okula aç gitmesin diye komisyonda, genel kurulda verilen tekliflerin hiçbirisinin kabul görmemesi kamuoyunun ilgiyle takip ettiği bir tartışma konusu oldu. Ama bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Kamuoyunda oluşan basınç nedeniyle MEB, okullarda bir öğün yemek verilmenin ‘fayda-maliyet’ analizini yapacağını duyurdu. Utanmazlığa bakın! Açlığın analizini yapıyorlar. Çocukların okulda aç olduğunu kabul ediyorlar bunun fayda maliyet analizini yapacaklarmış!
‘BU BÜTÇEDEN HALKIMIZA, ÇOCUKLARIMIZA VE EMEKÇİ ÇOCUKLARINA HİÇBİR ŞEY DÜŞMÜYOR!’
Sadece bu Kur Korumalı Mevduat denilen dövizi olan zenginlerin parası değer kaybetmesin diye uygulanan sistem 91,6 milyar TL’yi bulurken, bir nevi deli dumrul stratejisiyle kamu özel iş birliği projeleri yani geçmediğimiz köprüler, uçmadığımız havalimanları, kullanmadığımız otoyollar 54 milyar TL parayı yerken, bu bütçeden bize, halkımıza, çocuklarımıza, emekçilere ve emekçilerin çocuklarına hiçbir şey düşmüyor. Biz komisyon aşamasını topluca değerlendirdiğimizde mecliste ne yapmaya çalıştıklarını sözde anlatma çabasındaki atanmışlarda iki şeyi çok net bir biçimde gördük: Bir kısım atanmış bürokrat, bakan artık gidici olduklarını içselleştirmişler, iş olsun diye gelip konuşuyorlar ve bir kısmı da söyleyecek sözleri olmadığı için verecek cevapları olmadığı için edepsizlikleriyle ortamı terörize etmeye çalışıyorlar. Bütçe tartışmalarının bizim açımızdan özeti budur.
‘EMEĞİNE VE MESLEĞİNE SAHİP ÇIKMA MÜCADELESİNDE YANINDAYIZ’
Sözde ‘Öğretmenler Günü’ vesilesiyle yılın 364 günü hiç görülmeyen, sesi duyulmayan öğretmenlerin aslında iktidar tarafından ne kadar önemsendiğini hatırlatan yalan rüzgarları esiyor. Bu emeğe düşman iktidar tüm direnme çabalarımıza rağmen, hukuka ayan beyan aykırılıkları görülen TİP Basın Bürosu Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu meclisten geçirdikten sonra bu konuşmaları yapıyor. Üstüne bu hafta sonu öğretmenleri ayırıp, makbul öğretmenlerle donatacakları kariyer basamak sınavını düzenlemiş durumdalar. İnsanların aklıyla dalga geçer gibi sordukları sorularla ‘biz yaptık, oldu’ diyecekleri son çabaları icra etmekle meşguller. Biz iktidar oyununda yapboz tahtasına çevirdikleri eğitim alanında ihanetleriyle hatırlayacağız bu iktidarı ve bu iktidar gidecek, ÖMK’yi de peşlerinden göndereceğiz. Buradan tüm öğretmenlerimize seslenmek istiyorum: Merak etme öğretmen yoldaşım, emeğine de mesleğine de sahip çıkma mücadelesinde her hal ve şartta yanında durmaya seninle birlikte olmaya devam edeceğiz.
‘DEPREM VERGİLERİ NE OLDU?’
Düzce’de sabaha karşı gerçekleşen deprem gündemimize düştü. Bu depremde etkilenen tüm yurttaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Daha önce defalarca gündeme getirdiğimiz bir soru var, Düzce depremi vesilesiyle bir kez daha soruyoruz: Deprem vergileri ne oldu? Yani Ağustos 1999 depreminden sonra ‘geçici’ denilerek alınmaya başlanan ve 2002’den sonra da kalıcı hale getirilen bu vergilerden bugüne kadar milyarlarca lira para toplandığını biliyoruz ama ülkemiz hala bu deprem tehdidini yaşıyor.
‘İKTİDARIN DEPREME İLİŞKİN SÖYLEDİĞİ TEK ŞEY EDİS’İN MARTILAR’I EŞLİĞİNDE HAFİFÇE EĞİLİP KELİMİZİ KAPATMAK’
İktidar olası bir depremden bize sadece yerli ve milli bir yöntem olan ‘çök – kapan – kurtul’ yöntemini öneriyor. Edis’in Martılar’ı eşliğinde hafifçe eğilip kelimizi kapatıyoruz. İktidarın depreme ilişkin söylediği tek şey bu, bunun için milyarlarca lira para toplamaya gerek yok. O deprem vergilerinin yerinde kullanılması gerekiyor.
‘KADINLARIN KURTULUŞU KENDİLERİNDE, TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU KADINLARDADIR’
Kadınlar her yıl 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde olduğu gibi eşit ve özgür bir yaşam için yine sokaklarda, yine mücadelenin içinde olacaklar. Önümüzü açan; emeğe, laikliğe düşman kadın düşmanı bu Saray Rejimi’ne karşı mücadelemizi büyüten kadınları ve kararlı mücadelelerini bir kez daha selamlıyorum. İran’da, Türkiye’de tüm dünyada kadınlar hem özgür yaşamı hem laikliği mutlaka kazanacaklar. Daha önce söylediğimiz gibi kadınların kurtuluşu kendilerinde, Türkiye’nin kurtuluşu kadınlardadır.
‘KİMSE EMEKÇİLERİ YALNIZ ZANNETMESİN!’
Elektrik dağıtım şirketlerinin yurttaşların cebine nasıl gözlerini diktiklerini, emekçileri nasıl sefalet koşullarında güvenliksiz biçimde çalıştırdıklarını burada daha önce pek çok kez gündeme getirdik. Şimdi yine elektrik dağıtım işçisi arkadaşlarımızdan bize ulaşan mektuplar, verilen tüm sözlere karşılık yüksek gerilim hatlarında tehlikeli koşullarda işlerini sürdürmeye zorlandıklarını ve kadro sözünün tutulmadığını duyuruyor. Biz öncelikle şirket patronlarına sesleniyoruz: Kimse emekçileri yalnız zannetmesin. İşçi arkadaşlarımızın tüm taleplerinin destekçisi ve takipçisi olacağız. Halkın iktidarında enerjiyi bir insan hakkı olarak, kamusal bir hizmet olarak sunacağımız güne kadar bu patronlara karşı işçi kardeşlerimizle mücadelemiz devam edecek.
YÜKSEL DİRENİŞİ DAVASI: ‘HİÇBİR SUÇ UNSURU BULUNAMAYAN SD KART 6 GÜN SONRA YÜZLERCE SAYFA DELİLE DÖNÜŞMÜŞ’
Dün gerçekleşen bir duruşma var. 2018 yılından bu yana Kanun Hükmünde Kararnamelere (KHK) karşı direnen kamu emekçilerinin önemli direnişlerinden bir tanesi olan Yüksel Direnişi yargılanıyor. Sorgu ve iddianamede sadece direnişleri ve sosyal medya paylaşımları olsa da direnenlerin yarattığı bu TİP Basın Bürosu güçten korkan iktidar, halkla direnişin bağını koparmak için direnişçileri yasa dışı örgüt üyesi gibi göstermek, kriminalize etmek gibi alışıldık oyunlara başvurmuş durumda. Dosya içerisinde inanılmaz hukuksuzluklar devam ediyor. Örneğin bir SD kart sokuluyor dosyaya ve ele geçme biçimi, yeri, zamanı belli olmayan bu dijital İstanbul TEM Şubesi tarafından açıldığında hiçbir suç unsuru bulunamıyor, tutanak tutuluyor bununla ilgili fakat 6 gün sonra tekrar açılınca yüzlerce sayfa delile dönüştüğü gözüküyor. Benzer pek çok iddia, hiçbir gerçekliği olmayan bir biçimde davayı sürdürüyor. Dün gerçekleşen duruşmada emniyet tanıklarının dinlenmesi bekleniyordu ama gelmedi. Görünüyor ki hukuk adına hiçbir şey olmayan bu dosyayla dava süreci devam ediyor çünkü direnenler, OHAL’e boyun eğmeyenler, KHK’lere karşı çıkıp işini isteyenler cezalandırılmak ve toplum susturulmak isteniyor. Bir sonraki duruşma 14 Mart’ta yine Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde. Davanın takipçisi olacağımızı bir kez daha ifade etmiş olalım.¨
‘HALKIMIZ KENDİ BAŞLADIĞI İŞİ KENDİ ELLERİYLE, KENDİNE YAKIŞAN ŞEKİLDE BİTİRECEKTİR’
TİP Genel Başkanı Baş, basın toplantısını yurttaşlara şu sözlerle seslenerek sonlandırdı: ¨Ülkemizin son 20 yılını karartmış, çok ağır bir kuşatmanın sonuna yaklaştığımızı düşünüyoruz, buna inanıyoruz. Bugünlere gelebilmemizin, bu umudu hala taşıyabilmemizin biricik sebebi çok ağır saldırılar altında geçmiş bu 20 yılda direnmeyi bir an olsun bırakmayan, teslim olmayı aklından bile geçirmeyen; hırsıza hırsız, katile katil, yobaza yobaz, çeteye çete demekten çekinmeyen yurttaşlarımızın varlığıdır. Kimse, hiçbir siyasi parti bu başarıyı kendisine mal etmesin. Bu gurur duyulacak başarı halkındır ve bizler halkımızın bu kuvveti sayesinde bugün siyaset yapabiliyoruz. Ve şimdi 20 yıllık direnişin, kararlı mücadelenin zulme ve yalana boyun eğmeyişin sonucunu alacağımız günlere doğru yaklaşıyoruz. Ve biliyoruz ki 20 yıldır direnen ve ülkemizi bu azgın kuşatmadan koruyan halkımız, şimdi bu karanlık düzenin sonunu da getirecektir. Halkımız başladığı ve 20 yıldır sürdürdüğü bu işi bitirecektir. Kendi elleriyle, kendine yakışan biçimde bitirecektir. Bugün halkımızın en önemli eksiği kendisine hiçbir endişe taşımadan ait sayabileceği, varlığını ve haklarını tereddütsüz bir biçimde savunacak, kendisine sadece sandığa gidecek bir oy muamelesi yapmayan bir partinin bulunmamasıdır. Kısacası iktidarından muhalefetine kadar tüm profesyonel siyaset düzeni halkımızı sahipsiz, kimsesiz, yersiz, yurtsuz bırakmıştır. Yurttaşlarımız şunu bilsinler.
‘EĞER HELALLEŞMEYECEĞİM, HESAPLAŞACAĞIM DİYORSAN SENİN YERİN BURASI’
Türkiye İşçi Partisi bu ülkede halkın, kendi iradesini hayata geçirebilmesi için kuruldu. Biz ‘ver yetkiyi, gör etkiyi’ diyen değil, ‘gelin birlikte değiştirelim diyen’ bir partiyiz. Biz ‘sen oyunu ver, gerisine karışma’ diyen değil, ‘verdiğin oyla kendi iradeni siyasete ve meclise taşı’ diyen bir partiyiz. Biz zengin, yaşlı erkeklerin partisi değil, alın teriyle yaşayan emekçilerin, apaydınlık gençlerin ve direnişleriyle hepimize ders veren kadınların partisiyiz. Biz halkı temsil etmeyi değil onu dahil etmeyi savunan bir partiyiz. O yüzden gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki halkın ta kendisiyiz. Çağrımız açık, eğer dostlar alışverişte görünsün diye yapılan muhalefetten hayır gelmeyeceğini düşünüyorsan senin yerin burası. Eğer köhnemiş siyaset çarkında kimsenin seni temsil etmediğini düşünüyorsan senin yerin burası. Eğer siyaseti paranın oyuncağı haline getirmiş çürük düzenden kurtulmak ve buna son vermek istiyorsan senin yerin burası. Eğer helalleşmeyeceğim, hesaplaşacağım diyorsan senin yerin burası. İşçi, emekçi, genç, kadın, aydın, sanatçı kardeşim; senin partin burası, senin yerin burası. Gel sen de yerini al, gücünü gücümüze, sözünü sözümüze kat.¨