Türkiye’nin yetiştirdiği büyük filozofların başında gelen Hilmi Ziya Ülken’in öğrencisi ve bir düşünür olan Sadettin Elibol’un “Felsefe Işığında Türk Devrimi” isimli eseri Cumhuriyetimizin dünden bugüne uzanan macerasına bilgece ışık tutan bir eserdir.
Elibol, eserde entelektüel duyarlılığıyla şöyle bir uyarıda bulunur:
“Öyle anlaşılıyor ki Türkiye, görünür gelecekte ya tam bir yaşama iradesiyle var olma sorunlarını çözerek -önce Maveraünnehir’de sonra 20. yüzyıl başı Anadolu’sunda olduğu gibi akıl ve erdem birleşiminin yaratıcılığıyla yeniden milletler ailesinin güçlü ve onurlu üyeleri arasında yer alacak ya da birbirine kapalı ve geri kalanlar mezbelesine dönerek tarih dışı kalacaktır.” (*)
Türkiye, küresel ölçekte yaşanan ekonomi, iklim, psikolojik sağlamlık, demokrasi gibi krizlerden etkilenmekle beraber kendi içinde ontolojik bir kriz de yaşamaktadır. Bu krizi “Aydınlanma krizi” olarak tanımlamak yerindedir. Elibol, tarihi bir eşikte durduğumuzu belirtip Türkiye’nin sahip olduğu iki şansa dikkat çeker.
NİTELİKLİ İNSAN BİRİKİMİ
İlki, içeride uzun süredir bağımlı ve dolayısıyla çok sorunlu olmasına karşın, kuruluş dinamiğinin yarattığı felsefe, bilim, sanat, eğitim, ekonomi, hukuk, sağlık, teknoloji alanlarında küçümsenemeyecek nitelikli bir insan birikimidir. Diğeri ise ABD zoruyla kurulan dünya düzeninin parçalanışıdır. Parçalanmanın getirdiği bu koşullar Türkiye’ye hareket alanını genişletme olanağı vermektedir.
Yapılması gereken şey var olan koşulları dikkate alarak birikimli insan potansiyelinin Aydınlanma krizini aşmaya dönük birlikte hareket etmesidir. Sözü edilen kuşkusuz bir amaç birliğidir. Elibol gayenin, değerlerin nesneleşmesi sonucu ortaya çıkacağını söyler. Değer. öznel olarak kişiliğin nesnel olarak toplumun gerçekleşmesidir.
Bu tanımdan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, bir bireyin kendisini değerli hissetmesi ancak değerli bir toplumun inşasında gerçeklik kazanacaktır.
DEĞER SÖYLEMLERİ
Doğu-Batı arasında “değer” söylemlerinin arasında gerilim ve çatışma içerisinde olan Türkiye, bu gerilimi aşmak için Doğu ile Batı’yı kendinde birleştirebileceğini bilmeli ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından İstanbul Üniversitesi’ne Türk medeniyeti doçenti olarak atanan, araştırmalar yapmak üzere Almanya’ya bizzat Gazi Paşa tarafından gönderilen Hilmi Ziya Ülken’e tekrar kulak vermelidir:
“Değer, insani varlığın en geniş ifadesidir; onun bildirilebilir olması için bu akıldışı alanın akılla temasa gelmesi gerekir. Çünkü değer, aklı aşan varlığın akılla ifadesi demektir. Dolayısıyla bildirilemeyen ve anlaşılamayan şey değer değildir.”
İnsanlığa bakıldığında Doğu denilen değerler dünyasında “telkin, sempati” sürekli dikkate sunulurken dünyanın batısında değerler “zekâ, irade, tutku” olarak kendini gösterir.
Elibol, Ülken’den hareketle şöyle diyor: “Şüphesiz dünyayı fetheden, bu çerçevede büyük imkânlar, araçlar yaratan irade uygarlığıdır ama insanı insana açık tutan, onlar arasında tinsel bağlılığa temel oluşturan iç uygarlıktır (Doğu)”.
Düşünürlerin dikkatimize sunduğu şey insanlığın geleceğinin bu iki uygarlığın birliğinde “insan” kavramını bütünlüklü bir biçimde bize verebileceği yönündedir.
Bu sorun başta Türkiye olmak üzere tüm dünya milletleri için entelektüel bir tasarım olmanın ötesinde Elibol’un deyimiyle “olmak ya da olmamak” sorunudur. İç ve dış basıncın birleştiği tarihsel yol ayrımında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ilkelerinden biri olan “devrim” dinamiğine sarılmak mutlak suretle yapılması gereken bir iştir.
(*) Sadettin Elibol, Felsefe Işığında Türk Devrimi, İleri Yayınları.