USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Siyaset

Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman Cumhuriyet’e konuştu

'Bugün 35 yaş ve altında olanlar, yani nüfusumuzun neredeyse yarısı bu büyük depremi ve yaşanan acıları bütün boyutlarıyla görmediler.'

Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman Cumhuriyet’e konuştu
17-08-2024 06:08
17-08-2024 08:13
Google News

Gezi Parkı davasından 840 gündür Silivri Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan şehir plancısı Dr.Tayfun Kahraman, 17 Ağustos’un 25. Yıl dönümünde Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

17 Ağustos Depremi’nin üzerinden 25 yıl geçti. Geçen 25 yılda gelinen ve gelinemeyen noktayı nasıl yorumluyorsunuz?

17 Ağustos Depremi’nin üzerinden çok uzun bir zaman geçti. Bugün 35 yaş ve altında olanlar, yani nüfusumuzun neredeyse yarısı bu büyük depremi ve yaşanan acıları bütün boyutlarıyla görmediler. O günlerde üniversite tercihi yapacak idealist bir genç olarak, ülkemizin yaşadığı bu acı tecrübe sonrasında şehircilik konusunda eğitim almak üzere İstanbul’a geldim. Kocaeli, Sakarya, Düzce’yi o yıllarda ziyaret ederek büyük yıkımı ve yaşanan acıları yerinde deneyimledim. Bu deneyim benim meslek hayatımı da büyük oranda şekillendirdi. Hepimiz bu yaşanan felaketin ülkemiz için son olacağını, bir kez daha aynı acıların yaşanmaması için gerekenlerin yapılacağını konuşuyorduk. Yapısal, kamusal ve yasal değişiklikler yapıldı, onları siyasilerin vaatleri izledi. 

'AFET YÖNETİMİNDE SINIFTA KALDIK'

Fakat gelinen noktada gördük ki tüm bu vaatler boş çıktığı gibi değişim de çok sınırlı kaldı. Geçen bunca zamana rağmen kırılgan yapı stokunu dayanıklı hale getiremedik, afetlere karşı bütüncül risk yönetimini başaramadık, afet sonrasının yönetiminde de sınıfta kaldık. Tek elden afet yönetimi söylemiyle değiştirilen kamu kurumlarının ne kadar yetersiz olduğunu gördük. Yasal, yönetsel değişikliklerle yapıların üretim aşamasını denetleyeceğiz denerek kurgulanan yapı denetim sisteminin ne kadar yetersiz olduğunu tecrübe ettik. Kentsel dönüşümü hızlandıracağız diyerek yapılan yasal değişiklikler sonucu, kentsel dönüşüm bir gayrimenkul geliştirme faaliyetine dönüşerek rant üretme potansiyeli yüksek alanlarla sınırlı kaldı, dezavantajlı grupları mülkiyet ve barınma haklarından yoksun bırakan bir çok mağduriyet yarattı. Bu süreç boyunca güvenli yaşam alanları üretmek yerine rantı önceleyen, afet öncesi ve sonrasını yönetmekte yetersiz, hatta beceriksiz kalan deprem politikamız; iflasını ilan ederken, yeni acıları da yaşamamıza neden oldu. 

'İMAR BARIŞI CAN ALDI'

17 Ağustos sonrası yaşanan Van, Elazığ, İzmir ve çok daha büyük bir felakete yol açan 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri ise bunun en önemli göstergeleri. Özellikle 6 Şubat’ta yaşadığımız felaket tüm o süslü lafların altının ne kadar boş olduğunu gösterdi. Değişen ve sıkı kurallara bağlanan yapı üretim koşullarının denetlenmediği ve depreme dayanıklı diye satılan konutların insanlara mezar olduğu gerçeği ile baş başa kaldık. Seçim yatırımı olarak İmar Barışı adı altında affedilen kaçak yapılar insanlarımızın canını aldı. Verimlilik adına tek elde toplanan afet yönetim sisteminin işlemediğini, kurumların acz içinde olduğunu, üstelik sivil toplumun çalışmalarını da baltaladığını gördük. Bu süreç boyunca gelişme gösterdiğimiz tek alan toplumsal dayanışmamız ve sivil toplum faaliyetleri oldu. 6 Şubat sonrası gösterdiğimiz dayanışma, 85 milyon olarak bir araya geldiğimizde ne kadar güçlü olduğumuzu kanıtladı. Sözün özü, çok acı ama geçen 25 yıla baktığımızda, kayda değer bir yol kat edemedik.

'FARKLI BİR NOKTADA OLABİLİRDİK'

Büyük bir deprem beklenen İstanbul ne durumda?

Gönül ister ki bu sorunuza rahatlıkla İstanbul depreme hazır diyebileyim. 17 Ağustos üzerinden geçen çeyrek asırda İstanbul’da depreme yönelik çalışmalar yapılmış olsa da bunlar çok sınırlı kaldı. Biz İBB’de göreve geldiğimizde İstanbul’un büyük bölümünün zemin durumuna ilişkin haritalar hazırlanmıştı, kalan bölgelerin yapımını ise biz başlattık. Fakat mevcut kırılgan yapı stokuna müdahaleler çok sınırlıydı ve kentsel dönüşüm çalışmaları rant üretme kapasitesi yüksek alanlar ile sınırlı kalmıştı. Asıl risk taşıyan İstanbul’un önündeki en büyük sorun olan, kırılgan yapı stoğunun yoğunlaştığı ama rant üretme kapasitesi olmayan alanlar ve altyapıya ilişkin çalışmalar ise çok yetersizdi. Oysa geçen 25 yılda çılgın projelerle kamu kaynaklarını belli çıkar gruplarına aktarmak yerine gerçekçi ve bilimsel yöntemlerle bu yapı stokunun ve kentsel altyapının güçlendirilmesi için harcasaydık bugün çok farklı bir noktada olabilirdik. 

'YAPI STOKUNUN YÜZDE 25’İ KULLANILMAZ HALE GELECEK'

İstanbul’da yaklaşık 1 milyon 200 bin bina var ve bu binaların 820 bini 2000 yılı öncesinde yapılmış olduğundan potansiyel riskli olarak görülüyor. 2019 yılında göreve başladığımızda bu yapıların deprem dayanımlarını hızlıca tespit etmek, en riskli alan ve yapılara öncelikle müdahale etmek üzere bir çalışma başlatıldı. 6 Şubat depremleri sonrasında da çokça konuşulan Hızlı Tarama Yöntemleri ile bu tespitlere devam ediliyor. İlk çıkan verilerin bize gösterdiği tablo ise şu şekilde; Olası bir İstanbul Depremi ile bu yapılardan 90 bininin ağır ve çok ağır, 167 bininin orta hasar alacağını, yani İstanbul’daki yapı stokunun yüzde 25’inin deprem sonrasında kullanılamaz hale geleceğini biliyoruz. Bu rakamlar bile tek başına İstanbul’da karşı karşıya olduğumuz tehdidi gözler önüne sermeye yetiyor.

İstanbul için nasıl bir eylem planı hayata geçirilmeli?

Öncelikle bütünlüklü bir yaklaşıma ve yönetim sistemine ihtiyacımız var. Bu tüm yetki ve olanakların tek elde toplanması olarak değil, eşgüdüm ve işbirliğinin sağlanması anlaşılmalı. Ortak akla ve bilime dayanan bir eylem planı ortaya koymalı, tüm süreci yöneterek denetlemek üzere; kamu ve özel sektörün tüm aktörlerinin en önemlisi İstanbulluların içinde yer aldığı katılımcı bir yönetim yapısı kurmalıyız. Merkezi ve yerel yönetim yapıları arasında ayrım yapmadan, tüm kurumların içinde yer aldığı bu ortaklık ile İstanbul Deprem Eylem Planı’nı hazırlayarak hayata geçirmeliyiz. Bu eylem planının ilk hedefi ise kırılgan yapı stokunu tespit edip, risk düzeylerine göre önceliklendirerek bu yapıların güçlendirme çalışmalarına en riskli yapılardan başlamak olacaktır. 

'AFET EĞİTİMİ ZORUNLU OLMALI'

Yapıların tamamını tarayarak tüm stoku elden geçirmeliyiz. Yaşadıkları konutların deprem karşısında güvenli olmadığını bildiği halde burada çaresiz biçimde yaşamak zorunda olan ekonomik durumu yetersiz İstanbullulara kamu kaynakları ile finansal çözümler sunmalıyız. Ayrıca işlemeyen afet yönetim sistemini ve kurumsal yapıyı tüm ülkede yeniden koordinasyon temelli bir yapıya kavuşturmalı, aklı ve bilimi öne çıkarak afet eğitimlerini ilk ve ortaöğretimde zorunlu hale getirmeli, imar mevzuatımızı deprem öncelikli olarak yeniden ele alarak güvenli konutlarda yaşam hakkını sağlayan, bir biçime kavuşturmalıyız. Tüm bu yapılacaklar listesi aslında sadece İstanbul’u değil, tüm kentlerimizi tehdit eden depremler karşısında ülke genelinde hayata geçirmemiz gereken bir eylem planını işaret ediyor. Bunun için de ilk olarak işlevsel olmadığı tecrübe edilen ezberlerimizi bir kenara bırakmalıyız. 

'YAZMAYA VE ÇALIŞMAYA DEVAM EDİYORUM'

Tutuklu kaldığınız sürede hangi konular üzerine çalışma imkânınız oldu?

Hapishane koşulları aslında çalışma imkânları açısından olabileceğiniz en zor yer. Bulundurabileceğiniz kitap sayısı sınırlı, internet vasıtasıyla açık kaynaklara erişim imkanınız yok, dış dünya ile iletişimiz avukat ve ziyaretçi görüşmelerinden ibaret. Tüm gün oturmak zorunda olduğunuz plastik sandalye ve her işinizi görmek zorunda olduğunuz ortak plastik masanın rahatsızlığı bir yana sevdiklerinizden yoksun bir ortamda çalışmak, üretmek oldukça zor. 

'YÜZLERCE KİTAP OKUMA ŞANSIM OLDU'

Bu koşullara rağmen yazmaya ve akademik çalışmalara devam ediyorum. Bu süreçte burada şehircilik, deprem ve siyaset üzerine yazdıklarımdan derlenen bir kitap yayınladım, yine aynı konularda gazete ve dergilerde yazılar yayınlamaya devam ediyorum. Ayrıca, eşim ve meslektaşım Meriç ile birlikte hakemli akademik yayınlarda kitap bölümleri ve makaleler yayınladık. Elbette burada en yoğun yaptığınız iş okumak oluyor. Geçen 28 ay boyunca çok farklı alanlardan yüzlerce kitap okuma şansım oldu. Dışarıda okuma şansını yakalayamayacağım bu kadar çok eserden derslerimde ve yayınlarda kullanmak üzere alıntılar ve notlar hazırladım. Umarım çok yakında, yaşadığım hukuksuzluğun sona ermesiyle beraber burada biriktirdiğim tecrübe ve bilgilerle daha verimli biçimde çalışmaya ve üretmeye, özgür bir insan olarak sevdiklerimin arasından devam edeceğim.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNANLAR
ANKET TÜMÜ
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Günün Karikatürü