Hayvanlar konuşabilseydi, hissettiklerini nasıl söylerdi? Bazı huzurlu ev hayvanları sürekli bir mutluluk halindeymiş gibi gözükse de bazıları daha çatışmalı görünüyor. Hatta bazen hayvanlar, klinik teşhis konmuş ruhsal bozuklukları olan insanlardakine benzer kaygılı veya zorlayıcı davranışlar sergiliyor gibi görünebilir. Peki hayvanlar gerçekte zihinsel hastalıkları insanların yaşadığı gibi mi yaşıyor?
Populer Science'ın aktardığı araştırmaya göre hayvanların ne ölçüde zihinsel hastalık yaşayabildiğine ilişkin sorular yüzlerce yıldır soruluyor. Fakat araştırmacılar ve sıradan köpek sahipleri o üzgün gözlerin ardında var olabilecek düşüncelerle ilgili uzun zamandır spekülasyon yaptıysa da; bilimde ve beyin taramalarında kaydedilen modern ilerlemeler, gerçekte tam olarak nelerin döndüğüne yönelik daha net bir tablo sunuyor. Uzmanlar artık çoğu memelinin ve hatta belki de bazı kuşların, çoğu kez insanlara şaşırtıcı derecede benzer şekillerde anksiyete yaşıyor olabileceğini düşünüyor. Fakat bu benzerlikler muhtemelen bir yere kadar.
Hayvanlardaki zihinsel hastalıklar insanların yaşadıklarına göre nasıl kalıyor
Veteriner hekimler ve hayvan davranış araştırmacıları, hayvanların zihinsel hastalıklar ve psikiyatrik bozukluklar yaşayabildiklerini ancak bunların, insanlarla tamamen aynı doğrulanabilir biçimlerde gerçekleşmediğini söylüyor. Örneğin anksiyete işaretlerine yönelik tedavi uygulanan köpekler ve kediler, Zihinsel Hastalıkların Teşhis ve İstatistikleri Rehberi‘nin (DSM) resmî “Genelleşmiş Anksiyete Bozukluğu (GAD)” veya kronik anksiyete tanımını karşılamayabilir.
Bu tanımda çoğu zaman aşırı endişelenmekten ve endişelenmeyi kontrol etmekte zorlanmaktan bahsediliyor. İnsanlar bu deneyimi doktorlara dil yardımıyla tarif edebilirken, hayvanlar o şekilde iletişim kuramıyor; en azından şimdilik. Bu durum, hayvanların anksiyete ya da diğer zihinsel bozukluklar yaşayıp yaşamadıklarını sadece davranışlarını gözlemleme yoluyla söyleyebileceğimiz anlamına geliyor. Veteriner hekimler, eylemlerinde olası kanıtlar gördüklerinde bir hayvana anksiyete veya obsesif kompulsif bozukluk tanısı koyabilir. Fakat zihinlerini okuyamazlar, dolayısıyla tam olarak ne kadar hayvanın gerçekte zihinsel hastalıkla ilişkilendirilecek bir zihin durumu yaşıyor olabileceği halen belirsiz.
Pennsylvania Üniversitesinde çalışan ve Popular Science‘e konuşan veteriner hekim Yard. Prof. Carlo Siracusa, hayvanların “kesinlikle” zihinsel hastalık yaşayabileceklerini vurguluyor. Siracusa düzenli olarak, kendisinin sıkıntı veya korkunun yan ürünü olduğunu söylediği saldırganlık veya yıkıcı davranış işaretleri sergileyen köpek ve kedileri olan müşterilerle çalışıyor. Bu durum kendini, insanlarda görülen korkuya dayalı anksiyeteye benzer şekilde gösteriyor.
Siracusa, aslında insan beyninde duyguları düzenleyen benzer bölgelerin anksiyete işaretleri sergileyen hayvanlarda da iş başında olduğunu söylüyor. İnsanların ve hayvanların beyinleri boyut ve karmaşıklık bakımından farklılık gösterse de; her iki durumda da duygusal işlemler amigdalada meydana geliyor. İnsanlar gibi, ihmal edilen veya yaşadıkları ortamda bazı diğer rahatsız edici değişimler gerçekleşen köpekler fevri saldırganlık gösterebiliyor. İnsanlar gibi evcil hayvanlarda da zorlayıcı (kompulsif) davranışlar oluşabiliyor.
Fakat hala insanlara özgü görünen bazı zihinsel hastalık biçimleri var. Örneğin şizofreni gibi psikoz vakaları, insan beyinlerinin karmaşıklığına doğrudan bağlı görünüyor. Henüz tamamıyla anlaşılmamış olsa da son yıllarda Mount Sinai hastanesi ve diğer kurumlarda çalışan araştırmacıların yaptığı çalışmalar, özellikle şizofreninin “insan hızlanmış bölgeleri” adı verilen DNA bölgelerinin sonucu olabileceğini akla getiriyor. Bu bölgeler insanlarda hızlı evrimsel değişimlerden geçerken, diğer hayvanlarda aynı kalmış. Söyleyebildiğimiz kadarıyla insanlar dışındaki hayvanlar, sosyal ortamlarda “güvende olmadıklarını” hissetme kabiliyeti taşımıyor veya soyut, varoluşsal kavramlar üzerine umutsuzluk sergilemiyor. Bu durum, hayvanların insanlarda mümkün olan belli tip klinik depresyonları yaşayamayacakları anlamına geliyor. Siracusa bunun sebebinin, hayvanlarda uzun vadeli planlama için gerekli olan çok karmaşık prefrontal kortikal fonksiyonun bulunmamasından kaynaklanabileceğini söylüyor. Siracusa, bir hayvanın fiziksel beyin fonksiyonuna yönelik bu objektif analizin, hayvanların öz farkındalık sergileyip sergilemediğiyle ilgili daha felsefi bir sorudan ayrı olduğunu söylüyor. Yüzlerce yıldır tartışılan bu sorunun kesin şekilde kanıtlanması zor.
Çiğneme, havlama ve sallanma: Kaygılı bir hayvan nasıl tespit edilir
Hayvanlardaki zihinsel hastalıklar kendilerini çeşitli şekillerde sunabilir. Çeşitli etmenler sebebiyle Genelleşmiş Anksiyete Bozukluğu teşhisi konabilen insanların aksine hayvanlar, içinde bulundukları ortama her zaman belli şekilde tepki veriyor. Endişeli köpek veya kediler bir odada gezinip durabilir, titreyebilir, tüy dökebilir veya yediklerini kompulsif olarak kusabilir. Bunun aksine esaret altındaki primatların dışkı fırlattıkları veya bazen kendi kendilerine zarar verecek davranışlarda bulundukları biliniyor.
Siracusa, fiili koşullarda gördüğü vakaların pek çoğunda kaygılarını yıkıcı bir şekilde gösteren hayvanlar bulunduğunu söylüyor. Bazı durumlarda şiddetli ayrılık anksiyetesi krizlerine giren evcil hayvanlar bunalabilir ve bir dairedeki mobilyalara savaş açabilir. Şiddetli kaygı yaşayan diğer evcil hayvanlar ise korku tepkisiyle hırlayabilir ve hatta tanımadıkları insan veya hayvanlara saldırabilirler. Geçmişteki olağanüstü travmalar da hayvanların zihninde insanlarda olduğu gibi yer edebilir. Söylenenlere göre Afganistan’da aktif muharebe gören ABD’deki askeri köpeklerin %10 kadar büyük bir kısmına, klinik travma sonrası stres bozukluğu teşhisi konmuş.
Fakat Siracusa genelde zihinsel hastalığı olan hayvanların yalnızca, davranışları sahiplerinin yaşamını olumsuz etkiliyorsa saptandıklarını söylüyor. Gerçekte ise normalde fark edilmeyecek daha düşük seviyeli birtakım anksiyetelerden muzdarip daha büyük bir hayvan grubu olabileceğini söylüyor. Siracusa ve meslektaşları evcil hayvanların evde yalnız bırakılmaya nasıl yanıt verdiğinin incelendiği bir çalışma yürüttüklerinde, birçoğunun zamanını sahibini gergin şekilde bekleyerek geçirdiğini bulmuş.
“Bu vakalarda cisimleri tahrip etmiyorlar, çiş veya kaka yapmıyorlardı” diyor Siracusa. “Bu vakaların gözden kaçması daha olası çünkü pratikte bir problem yok.”
Hayvanlar ‘delirdiğinde’
Fakat hayvanlardaki zihinsel hastalıklar, kendilerini daha çarpıcı şekillerde de ortaya koyabilir. Yazar Laurel Braitman, bu vakaların birçoğunu 2014 tarihli Hayvan Deliliği kitabında araştırıyor. Beşinci kattaki bir dairenin penceresinden atlayarak olağanüstü ayrılık anksiyetesi teşhisi konan bir köpeği olan Braitman, son iki yüzyıl boyunca günümüzde zihinsel hastalıklarla ilişkilendirilebilecek zorlayıcı veya kendine zarar veren şekilde davranan hayvanlara dair çok sayıda detaylı vaka sunuyor. Anksiyeteye yatkın şempanzeler ve gorillerin yiyeceklerini tekrar tekrar yeniden sindirdiği ve kendi dışkılarını yediği çok sayıda örnek var. Milwaukee Hayvanat Bahçesi’nde akranlarından ayrı kalan genç bir bonobo erkeği olan Brian, söylenenlere göre kendi tırnaklarını kopararak ve elini makatına kompulsif şekilde sokma alışkanlığı geliştirerek tepki vermiş.
Ancak belki de en çarpıcı olanı, 1880’li yılların sonlarında Atlantik Okyanusu üzerinden New York’taki hayvanat bahçesine taşınan bir Asya fili olan Tip’in vakası. Tip, söylenenlere göre bakıcısı tarafından düzenli biçimde istismar edilmiş. Normalde uysal ve sakin görünen Tip, bir gün bakıcısına saldırarak onu öldürene kadar üzerinde tepinmeye çalışmış. Üç yıl sonra Tip yeniden saldırmış ve bu sefer aynı adama dişleriyle vurmaya çalışmış. Bakıcı her iki karşılaşmadan da kıl payı kurtulsa bile yaşanan olay, bu saldırgan ve sözde “deli” fil ile ne yapılacağıyla ilgili toplumsal bir tartışmanın fitilini ateşlemiş. Zamanında yayımlanan gazeteler, Tip’in saldırılar arasında üç yıl bekleme kararını, onun sözde kindarlığının ve önceden planlanmış kana susamışlığının kanıtı olarak görmüş.
Gerçekte ise Tip’in bu tepkisel davranışı, hayvanat bahçesinde kötü davranışlara maruz kalan diğer hayvanlar gibi muhtemelen grubundan zorla ayrılmanın ve doğal olmayan, büyük olasılıkla da travmatik bir deniz yolculuğuna katlanmanın birikimli bir sonucuydu. Bakıcı, Tip’in ızdırapla ilişkilendirmiş olabileceği uzun bir figür hattının sadece son örneğiydi. Central Park yetkilileri bunu o şekilde görmemişti. Sonunda fili infaz etmeye karar vermişlerdi. Tip’in kalıntıları halen Amerikan Doğa Tarihi Müzesinde duruyor.
Braitman şöyle yazıyor:
“Tip sadece öfkeli olduğu ya da bariz şekilde aklını kaçırdığı için değil; onu kontrol etmeyi amaçlayan, ona zincir vurmak isteyen adamlara karşı şiddet gösterdiği için deli kabul edilmişti. Tip’in kötülüğü onun cinnet geçirmesine sebep olmuş, bu da onun kötü davranışlarını güçlendirmişti” diye ekliyor Braitman. “Tip, insanların anlamadığı veya korktuğu şeyi cezalandırma eğiliminin bir kurbanıydı.”
Siracusa, kendisinin etkileşim kurduğu bazı ev hayvanlarında da bir miktar benzer bir dinamiğin vuku bulduğunu gördüğünü söylüyor. İşlevsiz veya istenmeyen davranışların ufak işaretlerini gösteren hayvanları cezalandıran evcil hayvan sahipleri, aslında bir hayvanın erken anksiyete işaretlerini körükleyerek sorunu daha da kötü hale getiriyor olabilir. Siracusa bu dinamiği genel hatlarıyla çocuklara dayak atan eski nesil ebeveynlere benzetiyor: Bu eylem, sonrasında saldırgan veya şiddetli bir davranış biçiminde ortaya çıkıyor.
“Bence bu model; köpek davranışını bu şekilde yorumlamak, daha duygu tabanlı bir davranış yorumuna kıyasla halen daha yaygın” diyor Siracusa. “Fakat hiçbir sağlam bilimsel temeli yok.”
Bilim artık hayvanların duygularını daha fazla ciddiye alıyor
Hayvanlardaki zihinsel hastalıklara yönelik tutumlar zamanla değişti. Köpekler ve kediler gibi uzun zamandır “iş” için kullanılan evcil hayvanlar, artık ailenin bir parçası olarak görülüyor. Bu daha yakın bağlantı, insanların duygusal bozulma işaretlerine daha çok dikkat ediyor olabileceği anlamına geliyor. Bilimsel camiada da bir değişim oldu. Charles Darwin gibi 19’ncu yüzyılın önde gelen hayvan gözlemcileri, canlıların varsayımsal duygusal durumları üzerine düzenli şekilde yorum yapsa da Braitman, bu uygulamanın B. F. Skinner gibi öncü davranış bilimcilerin yükselişiyle 100 yıl sonra daha nadir hale geldiğini söylüyor. Hayvanlarda insan benzeri zihinsel hastalıkların görülmesi, genellikle nesnel bilime aykırı olduğu düşünülen bir uygulama olan antrofomorfizmle ilişkilendirilir hale gelmişti.
“Antrofomorfizm, davranış biliminde uzun bir süredir ayıp bir kelimeydi” diye yazıyor Braitman.
Fakat beyin taramalarında ve hayvan psikobiyolojisini anlamanın daha nesnel diğer ölçütlerinde gerçekleşen modern ilerlemeler, daha çok benzerlik olduğunu göstermeye devam ediyor. Tüm bunlar, daha yeni ve ilaca dayalı tedavi dalgalarına da katkıda bulundu. 2017 yılında araştırma firması Packaged Facts’ın ABD çapında yürüttüğü ve The Washington Post gazetesinin atıf yaptığı bir evcil hayvan anketi, köpek sahiplerinin %8’inin ve kedi sahiplerinin de %6’sının evcil hayvanlarına anksiyete veya ruh halini sakinleştirme amacıyla ilaç verdiğinin tahmin edildiğini gösteriyor. Clomicalm, Sileo, Anipryl ve Prozac’ın bir köpek versiyonu, geçtiğimiz yıllarda hayvanlara yazılan ilaçlar arasında. Siracusa, uç noktalı vakalarda bu ilaçların kullanımına olumlu bakıyor fakat reçetelere fazla yazılıyor olabileceklerinden endişe duyuyor. Siracusa, sedatifler gibi popüler hayvan terapilerine çabuk başvurmanın, bir problemi çözmekten çok onu maskelemekle sonuçlanabileceğini belirtiyor.
Halkın hayvanlardaki zihinsel hastalıkların daha çok farkına varması, hayvanların gereksiz yere çektiği ızdırapları azaltmaya yardımcı olabilir. Evcil hayvan sahipleneceklere öneride bulunan Siracusa, hayvanların rahatsız hissetmesini önlemek için ilk olarak ne yapılabileceğinin düşünülmesi gerektiğini belirtiyor. Halihazırda hayvanları olanlar da anksiyete oluşumunun erken işaretlerine dikkat etmeli ve bunları asla görmezden gelmemeli. Ufak bir kompulsif tuhaflık şeklinde başlayan bir şey, zamanla yıkıcı ve belki de tehlikeli bir davranışa doğru evrimleşebilir. Siracusa araştırma yapmanın ve hayvanların davranışıyla ilgili mevcut pek çok yanlış anlamanın mağduru olmamanın da önem taşıdığını söylüyor. Bu listenin başında da bir köpeğin kuyruk sallamasının onun mutlu olduğu anlamına geldiğine dönük yaygın görüş bulunuyor olabilir. Siracusa’ya göre bu kuramı destekleyen fazla bulgu yok.
“Öğrencilerime her zaman eğer istismara maruz kalan birini anlamak istiyorsanız kalçasına değil, yüzüne bakmalarını söylerim” diyor Siracusa. “Köpekler için de aynısı geçerli. Hayvanın suratı çok daha fazlasını söylerken herkes neden kuyruğa bu kadar takmış?”