Kültür & Sanat

Hiçliğin ortasında geçmişin hayaletleri - Elif Günsel

“Beyaz ayrılıkçı” olarak anılan kasabadaki okulda, sadece beyaz öğrenciler eğitim görüyor.

Hiçliğin ortasında geçmişin hayaletleri - Elif Günsel
22-12-2024 00:00
22-12-2024 09:44

Orange Nehri boyunca uzanan Karoo’nun uçsuz bucaksız topraklarında, R369 karayolunda Orania kasabasına doğru ilerliyoruz. Dışarısı tamamen sessiz. Arabada kimse konuşmuyor; bu coğrafyanın sessizliği sanki bizi de etkisi altına almış. Yalnızca motorun monoton uğultusu duyuluyor. “Orania”, adı kulağıma birkaç kez çalınmış; herkesin bir şekilde bildiği, merak ettiği ama çok az kişinin ziyaret ettiği o yer. Benim merakım ise biraz da Orania’nın tartışmalı bir kimlik üzerine inşa edilmiş bir kasaba olmasından kaynaklanıyor.

BU BİR TESADÜF OLMAZDI

Kasabaya vardığımızda ilk izlenimim, buranın sıradan bir Güney Afrika kasabasından farksız olduğuydu. Küçük bahçeler, düzenli sokaklar, birkaç dükkân, orta boy bir süpermarket. Ancak dikkatle bakınca gözden kaçması mümkün olmayan bir ayrıntı fark ettim: Sokaklarda yürüyenler, dükkânların önünde oturanlar, araba kullananlar, markete girenler, araziden dönen çiftçiler... Hepsi beyazdı. “Nüfusun yüzde 95’inin siyah olduğu bir ülkede, herhangi bir kasabada siyah birine rastlamamak tesadüf olabilir mi?” diye geçirdim içimden. Ama içimdeki ses, bunun bir tesadüf olmadığını zaten biliyordu.

3 bin nüfuslu Orania, apartheid rejiminin sona erdiği 90’lı yıllarda, bazı Afrikaner’lerin (1700’lü yıllarda Hollanda ve Fransa’dan göç eden Avrupalı beyaz yerleşimcilerin torunları) kendi kimliklerini korumak adına inşa ettiği bir sığınak. Bu insanlar, Güney Afrika’daki büyük toplumsal değişimin, kendi dillerini, kültürlerini ve yaşam tarzlarını tehdit edeceğine inanmıştı. Bu korku, onları Orange Nehri kıyısında, tamamen kendi kendilerine yetebilecekleri bir dünya kurmaya itti. Bugün bu kasabada yalnızca beyaz Afrikanerler yaşıyor. Bahçıvanından temizlikçisine, çiftçisinden işçisine kadar herkes beyaz. Orania; tarıma dayalı bir ekonomi, Orange Nehri’nin bereket kattığı verimli toprakları sayesinde gelişmiş. Orania’nın kendine yeten bir toplum kurma çabası, birçok yönden etkileyici. Kendi kanalizasyon sistemini, yollarını ve belediye hizmetlerini yaratmışlar. Hatta alışverişlerini yalnızca kasabada kullanılan bir para birimi olan “Ora” ile gerçekleştiriyorlar. Son dönemlerde kripto paraları test etmeye başlamış olmaları, aynı zamanda modern teknolojilere ne kadar açık olduklarının kanıtı. Ama tüm bu modernlik ve başarı, geçmişten gelen bir ayrılıkçı zihniyetin üzerinde yükseldiğinden, içimde derin bir huzursuzluk yaratıyor.

‘WELKOM İN ORANİA’

Yolda ilerlerken bir tabelada “Welkom in Orania” yazıyor. Altında daha küçük bir yazıyla Afrikaans dilinde bir slogan eklenmiş: “Ons werk self.” (Biz işimizi kendimiz yaparız.) Ancak tabelada gördüğüm slogan, yalnızca kendi kendine yetmeyi değil, aynı zamanda başkalarını dışlamayı da ima ediyor. Kasabanın sınırları yalnızca fiziksel değil, kültürel ve tarihsel bir ayrım üzerine kurulu! Burada yaşamak için birtakım şartları karşılamak gerekiyor. Beyaz bir Afrikaner olmanız, Hıristiyan olmanız ve Afrikaans dilini konuşmanız şart. İngilizce? Hayır. Güney Afrika’nın resmi dili olmasına rağmen burada kullanılmıyor. Hiç şaşırmayın! Bizzat tecrübe ettiğimi de belirtmek isterim.

Karoo’nun kavurucu sıcağında, bir kafeye serinlemek için oturduk. Garson kız masamıza geldi ve hepimiz İngilizce konuşarak sipariş vermeye çalıştık. Ancak söylediğimiz hiçbir şeye tepki vermedi. Yüzümüze kısaca baktı, sonra dikkatini yalnızca Afrikaans konuşan arkadaşımıza çevirdi. Siparişleri o verdi; kız hiçbir şey demeden uzaklaştı. İçimden, “Dil bir iletişim aracı değil miydi? İnsanların birbirini anlamasını sağlayan bir köprü?” diye geçirdim. Ama burada, dilin sadece bir köprü değil, aynı zamanda bir duvar olduğunu fark ettim. Üstüne üstlük gelen içecekler soğuk değil, ılıktı. O an, burada sadece meraktan bulunduğumuzu ve bir daha asla gelmeyeceğimizi bildiğini anladım. Bizi ne umursuyordu ne de bizden hoşlanıyordu. Çünkü Orania, yalnızca kendi sakinleri için var olan, dış dünyanın kendine duyduğu merakı ise bir Karoo’daki toz gibi üzerinden silkiveren bir yerdi.

MANDELA’NIN ZİYARETİ

Sonra aklıma Nelson Mandela’nın 1995’te Orania’yı ziyaret ettiği gerçeği geliyor. Mandela, Hendrik Verwoerd’ün dul eşiyle çay içmişti. Apartheid rejiminin mimarının karısıyla oturup çay içmek! Bu, bir liderin büyüklüğünü gösteren bir hareket miydi yoksa Güney Afrika’nın geçmişle olan karmaşık ilişkisini ortaya koyan bir an mıydı? Bu ziyaretin fotoğrafları gözümün önüne geldi: Mandela’nın gülümseyen yüzü ama o yüzün arkasında belki de çok daha karmaşık duygular. O an Mandela’nın yalnızca siyahların lideri değil, tüm Güney Afrika’nın lideri olduğunu kanıtladığı bir an gibi görünüyor. Orania halkı ise zamanında bu ziyareti kimliklerine bir “tehdit” olarak mı yoksa bir “barış eli” olarak mı algıladı? Doğru cevabı tahmin etmek imkânsız. Orania; siyah Güney Afrikalılarla eşitlik içinde yaşamayı reddeden “hırçın” ırkçıların son kalesi olarak algılanmasına karşın, Güney Afrika hükümeti tarafından anayasanın “kendi kaderini tayin hakkı” maddesine dayanılarak tolere ediliyor.

HENÜZ KAPANMAYAN YARALAR

Gün batımında, Northern Cape’in turuncu sessizliğinde ilerlerken, Orania hakkında hissettiklerimi anlamaya çalışıyordum. Felemenkçe’de “gün doğumu” anlamına gelen adıyla Orania aslında ironik olarak geçmişin karanlık yanlarından doğan bir yer. Burası, sadece bir kasaba değil; yarım kalmış bir hikâye, bir çelişki ve belki de bir hatırlatıcı. Bu kasaba, geçmişin gölgelerinden tamamen kurtulmayı mı yoksa onlarla birlikte var olmayı mı seçmişti? Bu sorulara net bir yanıt veremesem de bir konuda emindim: Orania’nın varlığı, Güney Afrika’nın travmatik ve ırkçı geçmişine dair yaraların hâlâ tam olarak kapanmadığını açıkça gösteren kurgusal bir yerleşim olarak zihnimde yer etmeye devam edecek.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER