Bu sene meslekteki 45. yılımız. Bu müddet zarfında pek çok haber kovaladık. Yüzlerce araştırma-inceleme yazısı yazdık. Pek çok tarihî camiin, medresenin, kütüphanenin ve sair tarihî eserin ortaya çıkmasına, yeniden imarına vesile olduk. Çiftçilerin, esnafın, sanayicilerin, işçilerin, memurların problemlerini dile getirdik, çözüm yolları için ilgililerle görüştük. Şöyle bir düşünüyorum da, yakinen görüştüğümüz devlet ricalinden şahsımız ve yakınlarımız için bir talebimiz olmuş mu diye… Düşündüm, düşündüm, aklıma yalnızca iki istek geldi. Müsaadenizle bu iki isteği aktarmak istiyorum.
Bu iki istekten biri şahsımla, daha doğrusu hürriyetimle ve benim durumumda olan pek çok gazetecilerle ilgiliydi. Bundan yaklaşık 33 yıl önceydi. Yakın tarihle ilgili yazılar yazmış ve bunları Yakın Tarih Ansiklopedisi’nde neşretmiştik. Bu 12 ciltlik ansiklopedinin bir cildindeki birkaç yazıdan dolayı hakkımızda dâvâ açıldı. Neticede ben ve arkadaşlarım Mustafa Kaplan ve Bünyamin Ateş “5816 sayılı kanuna muhalefetten” ceza aldık. Kararı temyiz ettik. İşte o arada Refahyol Hükümeti kuruldu. Merhum Şevket Kazan da Adalet Bakanı. O sırada CHP bir kanun teklifi verdi. “Yazı işleri müdürlerinin cezalarının affedilmesi” ile ilgili… Bir gün gazeteye gittiğimde o sırada genel yayın müdürü olan Ekrem Kızıltaş’ın Ankara’ya gideceğini öğrenince, kendisine bu konuyu hatırlattım ve “CHP’nin verdiği teklife ‘…ve yazarlar’ ilavesi yapılırsa, bizler ve bizim gibi olanlar da postu kurtarmış oluruz.” dedim.
Derken, malum kanun TBMM’de görüşülmeye başlandı. Ben de merakla tâkip ediyorum. Yahu derken merhum Şevket Kazan kürsüye çıktı, CHP’nin verdiği o kanun teklifi aleyhine öyle bir konuşma yaptı ki ağzım açık kaldı. “Hapı yuttuk!” dedim. Ekrem Bey’e, Şevket Bey’in niçin öyle konuştuğunu sordum. Ekrem Bey de, benim teklifimi Şevket Bey’e ilettiğini, ancak Şevket Bey’in, birçok yazar ismi sayarak onların kendilerine hakaret ettiğini ve böylece onların affedileceğini, kendisinin ise buna karşı olduğunu söylediğini nakletti. Neyse, “Canı sağ olsun!” dedim. Daha sonra “Rahşan affı” diye meşhur olacak olan af çıkacak ve bizler de postu deldirmekten kurtulacaktık.
İşte 45 yılda şahsımız adına yaptığımız tek istek ve işte serencâmı…
Diğer isteğe gelince… Ofisimin de bulunduğu şehrimizin yeni semtindeki yeni camiin imam kadrosu boştu. Başka bir şehirdeki imam arkadaş Gaziantep’e gelmek istiyordu. Yapılacak işlem şuydu, o camie bir imam kadrosu verilecek ve o imam arkadaşın kadrosu orada kalmak üzere tayini yapılacak. Görünüşe göre çok basit bir işlem değil mi? Bu iş için iki defa Ankara’ya gittim ve talebelik yıllarından tanıdığım AK Parti Adıyaman Milletvekili Av. Hüsrev Kutlu ile görüştüm. Sağ olsun Hüsrev Bey konu ile ilgili yakinen ilgilendi. Ancak bir türlü o bir kadro sağlanamadı ve bizim talebimiz de gerçekleşmedi. Sonraları AK Parti yüz binlerce kadro ihdas edecek ve yüz binlerce memur ve işçi alımını gerçekleştirecekti. Bizim o talebimiz “çocuk oyuncağı” kalacaktı.
Sonraki yıllarda, bizim “gazeteciliğimize” bakıp bizi sözü geçen biri sayan pek çok kişi pek çok isteklerini bize aktardı. İstekleri meşruydu. Ekseriyetle tayin meselesiydi. Ya eş durumundan, ya sağlık nedeniyle ya da memleketlerinde görev yapmak isteğiyle tayin yaptırmak istiyorlardı. Çocuklarının iş sahibi olmasını isteyenler de ekseriyetteydi. Ancak bazı teşebbüslerden sonra bizim bu konularda bir “forsumuz” kalmadığını gördüm. Hani derler ye “kelin emi olsa başına sürermiş”, bir başka deyişle, “Ben umarım bacımdan, bacım ölür acından!” misali, daha 40 yıl taşıdığım basın kartımı, hem de sürekli basın kartımı alamamışım. Kime ne diyeceğim?.. Bu bakımdan dünyevî işler için bize gelen dostlara; “Kardeşim benim o taraklarda bezim yok. Siz iyisi mi siyasilere gidin!” diyorum. İşin doğrusu benim tanıdığım siyasî isim yok.