Hz. Muhammed döneminde mezhep ve tarikat yoktu. Çünkü mü’minler, din ile ilgili karşılaştıkları sorunların cevabını birinci ağızdan alabiliyorlardı. Hz. Muhammed’in vefatından 400 sene sonra mezhep ve tarikatlar ortaya çıkmışlardır.
Bunun nedeni, bazı sözcüklere yeni anlamlar yüklenmiş olması, mevzuatın genişlemesi, sorunlarla birlikte soruların da çoğalmış olmasıdır. Bu sorunlara çözüm getirecek âlimlere ihtiyaç duyulmuştur. Sorunlara akılcı çözüm (içtihat) getiren âlimlerin taraftarları meydana gelmiştir. Bu taraftarlar beğendikleri âlimlerin adları ile birer mezhep adı geliştirmişler. Yoksa bu âlimler biz bir mezhep kuruyoruz, adı şu olsun dememişler.
Mezhepleri de kendi aralarında iki kısma ayrılmışlardır: 1-Ameli Mezhepler, 2-İtikadi Mezhepler. Ameli Mezhepler; İbadetlerin eylem, muamelat yönü ile ilgilenirler. Yani İslam Hukuku denilen Fıkıh ilmi ile ilgilenirler. Ameli Mezhepler Farzlara müdahale etmemişler, sünnetler üzerinde içtihat yapmışlar. Dört mezhebin ihtilafa düştükleri sünnet sayısı 20 konuyu geçmez.
İtikadi Mezhepler; İmanın esasları, yani İslam akaidi ile ilgili konularla ilgilenirler. İslam âlimleri batı felsefesine karşı, İslam Tasavvufu’nu geliştirdiler. Kısacası Ameli Mezhepler, Şeriatı(şartlar) konu ederler. İtikadi mezhepler(tarikatlar), Tasavvufu konu ederler.
İmam-ı Azam Ebu Hanif(asıl adı Numan Bin Sabit); Hanefi Mezhebinin, İmam-ı Şafi; Şafii Mezhebinin, İmam-ı Ahmet Bin Hambel; Hambeli Mezhebinin, İmam-ı Maliki; Maliki Mezhebinin kurucu olmuştur. Bu mezhepler, taraftar bulan mezhepler, günümüze kadar gelmişler. Taraftar bulamadıkları için adları tarihe karışan mezhepler olmuştur. Mezhep, Arapça “Zehebe” kökünden gelir, “gidilen yol” anlamınadır. Tarikat, Arapça yol, yollar demektir. Mezhep ile Tarikat yaklaşık olarak aynı anlamları taşırlar.
Aleviliğin Kolları:
Aleviliğin, yaklaşık yüz tane kolu vardır. Arap, Acem ve Türk karakterli mezhepler vardır ve bunları birbirinden ayıran itikadi kırmızıçizgileri vardır.
Arap Aleviliği, Acem(fars) Aleviliği ve Türkmen Aleviliğini ele alırsak; Arap Aleviliğine Nusayrilik de denilmektedir. Bu mezhep, İslam ile Hristiyanlık arasında bir yol gibidir. Ne Müslüman olduklarını, ne de Hristiyan olduklarını anlayabilirsiniz.
Acem Aleviliği ise İranlıların eski dini Mazdeizm (ateşperesetlik-Mecusilik) ve İslam’ın ortak motiflerini taşır ve buna ŞİA denir.
Türkmen Aleviliği:
Türkler ve Kürtler kuraklık nedeni ile Uygur ve Moğol bölgesinden Horasan’a geldiklerinde, İranlılar Müslüman olmuşlardı. Türkler ve Kürtler İslamiyet’i İranlılardan öğrenmiş oldular. Haliyle Türkmen Aleviliğinde ŞİA’nın tesirini görmek mümkündür. Türkmen Aleviliği, Türklerin eski dini olan Şamanizm(hanif benzeri) ile İslam’ın ortak motiflerini taşır ve buna Türk Müslümanlığı diyebiliriz... Türkmenler ve Kürtlerin birçoğu Türkmen Aleviliğine gönül vermişler ve Türk gibi yaşamışlar.
Bu üç ayrı Alevilik anlayışını birbirinden ayıran eski dini inanışlarını yeni din olan İslam ile birlikte yaşamak istemelerinden kaynaklanmıştır. Bu durumda bu inanış biçimlerinin, Kitap ve Sünnete uygun olup olmadıkları tartışma konusu olmuştur.
Kitap ve Sünnette Birlik:
Türklerde eskiden “Tek Tanrı İnancı” olduğu ve bir nevi “Hanif İnancı” yaşadıkları için, eski dinin kitap ve Sünnete ters düşmemiş, Kur’an-ı Kerime aykırı bir inanışları oluşmamıştır. Ancak Arap Aleviliğinin, Putperestlik ve Nusayrilik gibi inanışları Kitap ve Sünnete ters düşen yönleri olmuştur. ŞİA’lığın da bazı inanışlarının Kitap ve Sünnete ters düştüklerini görmekteyiz. Hayrın Allah’tan, Şerrin Şeytandan geldiğine inanmaları, iman bazında tehlike oluşturmuştur. Hâlbuki doğrusu; “Hayır da Şer de Allah’tan gelir” olmalıdır. Para karşılığında bir saatlik, bir günlük, bir haftalık, bir aylık “Mute Nikâhı”na izin vermiş olmaları gibi…
Kurucuları Türk Olunca:
Türkmen Alevilerinin bağlı oldukları Ameli Mezhep Caferiliktir. Bağlı oldukları Tarikat ise Bektaşiliktir. İmam-ı Cafer-i Sadık, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin Ehl-i Beyt’i olup Haşimi Türklerindendir. Hacı Bektaş-ı Veli(gerçek adı Seyid Muhammed bin İbrahim Ata'dır) de Türkmen’dir ve Hoca Ahmet Yesevi ocağını tüttürmeye devam etmiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanif de Türk’tür ve gerçek adı Numan Bin Sabit’tir. Kendisi İmam-ı Cafer Sadık’ın talebesidir. Yani Hanefi mezhebi de Caferi Mezhebinden doğmuştur diyebiliriz. Hep kurucuları Türk olan bir mezhebin Türk karakterli olması doğaldır.
Türkmen Alevilerimizin, Cem Evlerimizde daha kapıda Şamanizm’i İslam ile birlikte yaşadıklarını görüyoruz. Cem'i yaptıran Dede, aslında Şamanizm’de adı KAM olan din adamının yerini almıştır. Türkmen Aleviliğinde “Dede”, Türkmen Sünniliğinde “Baba” bu görevi yapar. Türbelerimizde bile falan dede, filan baba olarak yazılıdır. Cem Evi’nin kapısındaki “değnekçi” nin belinde yeşil kemeri vardır. İçeri giren herkesi uyarmakla görevlidir: “Sakın eşikliğe basmadan geçin” der. Uğursuzluk getiren adam bu Cem'e girmemeli ve giremez de.
Bu değnekçi "eşikliğe" basan kişiyi dışarı atmakla ve laf dinlemezse de elindeki değnekle dövmekle görevlidir. Bu inanış İslam’da yoktur ama Türkmen Aleviliğinde vardır. Bu nedenle Türkmen Aleviliğinin, Hz. Ali taraftarları anlamına gelmesi gibi, İslam’dan öncesi de vardır. İşte İslam öncesinde Türklerin eski dini olan Şamanizm’den kaynağını alması bir gerçektir. Ayrıca Dede, Cem’de İbadetini, Duvaz’ını ve Semah’ını Türkçe yapar. Kürt köylerimizdeki Cem Evlerinde bile Dede, Kürtçe bildiği halde Semah’ın bütün safhalarını Türkçe yapar. Türk sazı ile Semah(zikir) yaparlar. Semah Musikisinde Türk makamlarını icra ederler.
Türkmen mi, Anadolu Aleviliği mi?
Şamanizm’e göre uğursuz hayvanlardan sayılan Baykuş ve Tavşanın etini yemezler. İşte bu motiflerden dolayı “Türkmen Aleviliği” diyoruz. Bu Türklük motiflerini Cem’de yaşadıkları halde, Türkmen gibi yaşadıkları halde, Alevilerimizden olup sol kanattan bazılarının “Türkmen Aleviliği” tabirinden rahatsız olduklarını ve bunu dememek için “Anadolu Aleviliği” deyimini uydurduklarını görüyoruz. Kardeşim Türkmen Alevisi isen, Türk gibi yaşıyorsan Kürtçülük yapamazsın. Ya Türkmen Aleviliğini bırakıp Kürtçülük yapacaksın, ya da ikisini bir arada götüremezsin. Türkmen Alevileri yalnız Anadolu’da yok ki, “Anadolu Alevisi” tabirini kullanalım. Horasan’da, Azerbaycan’da, Kerkük’te, Trakya’da(Mustafa Kemal’de Bektaşidir) Türkmen Alevileri vardır. Onlara ne ad vereceğiz?
Hacı Bektaş-ı Veli Türkçü mü?
Hacı Bektaş-ı Veli, bir Horasan Türkmen Erenlerinden ve bir tarikatın kurucusudur. Onun Anadoluyu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak için geldiğini tarih kitapları yazıyorlar. Şu veciz sözünden, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Şuurlu bir Türkçü Türkmen Dedesi olduğunu anlıyoruz: “Eline, Diline, Beline Sahip ol” sözünden şu iki manayı çıkarabiliyoruz. Birinci manasında Tasavvuf kokuyor: “Elinle harama uzatma-Dilinle kalp kırma, günah işleme-Kimsenin namusuna yan gözle bakma” diyor. İkinci Akademik manası şöyledir: “Eline, obana, vatanına sahip ol-Türk diline sahip ol, yabancı kelime sokma-beline sahip ol, yani uxçuruna sahip ol, yabancı evlilik yapma ve soyu bozma!” diyor. İşte birinci manası İslam kokuyor, Akademik manası Türklük kokuyor. Böyle Türkçü bir Velinin peşine takılacaksın, Bektaşi’yim diyeceksin, sonra Bölücülük yapacaksın. Olmaz öyle… Allah ayetinde buyuruyor, kıvırma:
“Dosdoğru ol”.
Bu bilgiler ışığında Türk karakterli bir Mezhebin ve Tarikatın, ayrı bir Din olmadığını ve İslam Dairesi içerisinde bir yol olduğunu görüyoruz. Türkmen Aleviliğini ayrı bir DİN gibi göstermeye çalışanlar bu millete ve devlete zarar vermektedirler. Kürt Alevi ile Türk Alevi birbirine kız alıp vermektedirler. Demek Kürt ile Türk arasında bir ırk sorunu yoktur. Yıllarca Alevilerden oy almak için Alevicilik, Kürtlerden oy almak için Kürtçülüğü kaşımanın kimseye faydası yoktur. Bu vatanı ve devleti yıkmaya kalkanlar onun enkazı altında kalacaklarını da bilmelidirler.
Türkiye’yi Avrupa Birliğine alarak, Türk Ordusunu AB’nin bir karakolu haline getirerek, By Pass ettikten sonra Türk Devletini çökertme hayalleri gören Devşirme-Dönmeler de Türk topraklarına “Türkiye” dememek için, “Anadolu” adını kullandıklarını görüyoruz. Türklerin ata yurduna Türkistan dememek için “Orta Asya” adını uydurdukları gibi, ihanetin metotlarının ortak olduklarını görüyoruz. Halidi Nakşi Turgut Özal’ın Türk isminden rahatsız olduğunu ve Devletin adını “Anadolu Cumhuriyeti” yapmak gibi bir gayret içerisinde olduğunu biliyorduk ama ömrü vefa etmedi. Ama hepsinin kursağında kalacaktır. Türk Milleti ve Devletinin kalesi “Türkiyye” adını, Dede-Torun İKİ MUSTAFA koymuşlardır. Bu nedenle bu devlet Maide Süresi 54. ve En’am Süresi 89. Ayetlerle koruma altına alınmıştır. Kimse heves etmesin. Şu Korona Virüsüne karşı en güçlü savaşı veren Türk Devletinin, en Güçlü Devlet olduğunu ispatlamış ve 55 devlete sağlık yardımı yapmıştır. Bu Mübarek Ramazan ayında Türk adının uykularını kaçırdığı “Din Tüccarı” ve “Avrupa Birlikçi Liboşların” inadına Türk Devletinin Kıyamete kadar Sürmesini Allah’tan diliyorum.