Son zamanlarda çıkarılan kanunlara, alınan kararlara bakınız, hedefte doğrudan veya dolaylı olarak ailenin ve annenin olduğunu görürsünüz. En son gündeme gelen, “çalışan annelere” ek para verilmesi, bakıcı parası verilmesinde de hedef yine aile ve annedir. Aslında bu icraatlar, yaklaşık 40 yıllık bir projenin yansımalarıdır.
İbrahim Koçyiğit İLKHA adına bir röportaj talep edince konuyu bir kere daha derinlemesine araştırdım. CEDAW (Kadına karşı her türlü ayrımcılığın yok edilmesi sözleşmesi) ile projenin düğmesine basılmıştı. 1979’da BM Genel Kurulu’nda kabul edilen bu uluslararası anlaşma, 3 Eylül 1981’de yürürlüğe girmişti. Ülkemiz de o anlaşmaya ilk imza atanlardandı. O tarihten sonra devlet yapısında çok radikal değişiklikler yapıldı. 422 sayılı kanun hükmünde kararname ile “Kadının Statüsü ve Sorunları Bakanlığı” kuruldu. 3670 sayılı kanunla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı olarak “Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü” kuruldu.
Kadının çalışmasının önündeki kanunî engeller birer birer kaldırıldı. Anayasa Mahkemesi, kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medenî Kanun’un 159. Madde’sini iptal etti. İptal kararı 2 Temmuz 1992 tarih ve 21272 sayılı Resmî Gazete’de yayınlandı. Bunun peşi sıra Medenî Kanun’daki, “Aile reisi kocadır” hükmü değiştirildi. Evin geçimini kocanın yapacağı hükmü değiştirildi. Eşlerin velayeti birlikte kullanacağı, anlaşmazlık halinde ise babanın reyinin üstün olacağı hükmü değiştirildi. Her yerde “Kadın Konukevi” açılmaya başlandı. Daha sonraları adı “Çok Amaçlı Toplum Merkezleri” (ÇATOM) olan kadın sığınma evlerinin sayısı çoğaldı. “İstanbul Sözleşmesi” diye meşhur olacak sözleşme, 2011’de İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Toplantısı’nda imzaya açıldı. Ülkemiz de bu anlaşmaya ilk imza atanlar arasındaydı. Bu anlaşma 1 Ağustos 2014 tarihi itibariyle resmen yürürlüğe girdi. Bu sözleşmenin ardından ülkemizde hukukî düzenlemeler yapıldı. Bir misal verelim, bu sözleşmenin 42. Madde’sinde, aile içi şiddete karşı çıkılmakta ve “Mağdurun kültürel, sosyal, dinî, ya da geleneksel olarak kabul gören normları ihlal etmesinin de şiddete gerekçe olarak gösterilemeyeceği” belirtilmekteydi. Buna göre meselâ, bir kız çocuğu geceyi erkek arkadaşında geçirse, baba veya abi buna kızarak o çocuğa bir tokat atsa, bunun bedelini ağır şekilde ödeyecekti.
Şimdi nefesimi boşuna tüketmek, sizlerin de değerli vaktini almak istemiyorum. Doğrudan işin özüne geleceğim. Yahu arkadaşlar! Sayın ilgililer! Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz? Henüz bizi aralarına almamış bir topluluğun neredeyse bizden bütün isteklerini niçin kabul ediyorsunuz? Onların isteklerinin bizim bünyemize uyup uymayacağını ölçüp biçmeden niçin 80 milyonu bağlayıcı kararlar alıyorsunuz? Bakın bu yüzden yüz binlerce erkek hakkında “evden uzaklaştırma” cezası verildi. Binlerce insan, 18 yaşından küçük kızla evlendi diye cezaevinde yatmakta. Fuhuş yapana bir ceza yok. Zina serbest. Kadın kadına, erkek erkeğe evlilik serbest… Cemiyetin temeli olan aile müessesesi ciddi manada sarsıntı geçirmekte. Son 10 yılda boşanma nispeti yüzde 500 artmış durumda. Hâl böyle iken habire kadınları yuvalarından çıkarmanın planları yapılıyor. Annelik âdeta horlanıyor, hakir görülüyor.
Yahu paranız çoksa, doğrudan annelere verin! Anneliği teşvik edin! Hz. Ömer (r.a.), devlet başkanı iken bütün anneleri maaşa bağlamıştı. Bu bir model olabilir. Bütün anneleri maaşa bağlayın. Diyelim 25 yıl annelik yapmış evli kalmış bir hanıma bu defa “emekli maaşı” bağlayın. Zira o 25 yıl annelik ve ev hanımlığı yaparak, ağır mesai sarf etmiş, cemiyetin huzuruna ve güvenine muazzam katkı sunmuştur.
Anne çalışacak, çocuk kreşe verilecek. Kreşteki çocuk mutlu olur mu? Çocuk; dede, nine, baba, anne görmüyor. O kreşteki bakıcı dünyanın en mükemmel insanı bile olsa annenin yerini tutabilir mi? Gün boyu çalışan anne, eve döndüğünde o çocuğa layıkıyla annelik yapabilir mi?
Anneyi çalışmaya teşvik etmek yerine, evde kalmaya teşvik edin. Anne çocuklarıyla ilgilensin. Kocası yorgun argın işten geldiğinde o evde huzur bulsun.
Avrupa’ya bakın: Aile mefhumu kaybolmuş durumda. Huzur yok, mutluluk yok, nesepte sıhhat yok. Bize ne Avrupa’dan… Biz niçin onları örnek alacakmışız ki… Niçin onların dayattığı anlaşmalara, sözleşmelere, bilmem nelere uyacakmışız ki… Sahi niçin?..