Ayasofya Camii, tıpkı bayrak gibi bu vatanın sembollerindendir. Bu bakımdan ülkemizdeki diğer bütün camilerden farklıdır. Evet, Sultanahmet, Süleymaniye, Selimiye camileri muhteşemdir ve çok özeldir. Cumhuriyet devrinde ve yakın tarihte yapılan Kocatepe, Çamlıca ve daha pek çok camiler de öyle… Ancak bütün bu camiler içerisinde Ayasofya Camii’nin yeri bambaşkadır. Başta da dediğimiz gibi Ayasofya CAMİİ bu vatanın sembollerindendir ve tapu senetlerindendir. “BİZİM” oluşunun alâmetlerindendir.
Bu vatan bizim. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, bu vatana vurulan ilk mühür ve alınan ilk tapu. Sonraları yüzlerce fetihler ve zaferler peş peşe gelmiş. Bu vatan bir uçtan bir uca şehit kanlarıyla sulanmış. O şehit ve gazi ecdat bu vatanın her köşesine BİZİM olduğunu belirten on binlerce mühür vurmuş. Bu mühürler; cami, medrese, tekke, zaviye, makberistan ve sair eserler şeklinde görülmüş.
Bu vatanın incisi, gözbebeği olan İstanbul, daha doğrusu, ilk ismiyle İSLAMBOL, 29 Mayıs 1453’te zorlu bir savaşın ardından fethedilmiş. Fetih geleneğidir, fethedilen şehrin en büyük kilisesi “kılıç hakkı” olarak camie tahvil edilir ve orası artık kıyamete kadar cami olarak kullanılır. 21 yaşında İstanbul’u fethederek Peygamber Efendimizin (a.s.m.); “İstanbul elbet fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” senasına mazhar olan kutlu kumandan Fatih Sultan Mehmet, fetih ordusuyla birlikte Topkapı surlarındaki fetih kapısından içeri girip Ayasofya önlerine kadar gelmiş ve bu mabedin derhal camie çevrilmesini, ilk Cuma namazının bu camide kılınacağını emir buyurmuştur. Ordudaki mimarlar ve diğer görevliler kolları sıvamış ve iki gün içerisinde o mabedin içyapısını cami olacak şekilde değiştirmişlerdir. 1 Haziran 1453 Cuma günü de fethin sembolü bu camide ilk Cuma namazı kılınmıştır.
Fatih Sultan Mehmet Ayasofya için husûsî vakfiye tanzim etmiş ve bu camii camilikten çıkaracak olanlara peşinen bedduâ etmiştir. Camiin bütün ihtiyaçları ve kıyamete kadar yaşaması için de gelir kaynaklarını hazırlatmıştır (camiin etrafındaki ve diğer yerlerdeki dükkânlar, icara verilecek araziler vs.).
Ayasofya Camii’nde tam 481 sene aralıksız namaz kılınmıştır. Buna, Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’un İngiltere ve diğer koalisyon ortakları tarafından işgal edilmesi devri dâhildir. O işgal yıllarında dahi Ayasofya’da beş vakit ezan okunmuş, beş vakit namaz kılınmıştır. Ta ki 1934 yılına kadar. Bu tarihten, 24.11.1934 tarihli ve hâlâ tartışılan bir kararname ile müzeye çevrilinceye kadar. İşte o tarihten sonra Ayasofya’nın hicranı, hüznü ve buna bağlı olarak da “Ayasofya edebiyatı” başlamıştır.
Ayasofya’ya cami olarak sahip çıkan gençlerimizin faaliyetlerini, senede bir gün Ayasofya önünde de olsa namaz kılarak burasının cami olduğunun hatırlatılmasını çok değerli buluyor ve bu faaliyette bulunanları tebrik ediyorum. Ancak, bilhassa politikacıların bu konuda “edebiyat yapmalarını” hiç anlayamıyorum. Onların bütün söyledikleri bir kulağımdan girer, öbür kulağımdan çıkar. Arkadaş, edebiyat yapmak bizim işimiz. Bir edebiyat fakültesi mezunu olarak bu konuda edebiyatın her türünden kelam sarf edebilirim. İsterseniz size akrostiş şiir ve nesir metinleri de yazayım. Ancak bu ülkede idareye talip olanların, ya da idareyi üstlenenlerin işi, bu konuda süslü sözler sarf etmek değil, gereğini yapmaktır.
Bir yakın tarih araştırmacısı olarak ben de o mahut kararname üzerinde çok çalıştım. İster sahte, ister gerçek olsun, ne olursa olsun, alt tarafı bir kararname. Dolayısıyla bir “kararnamelik” hükmü var. Siz de çıkarırsınız bir kararname, ya da “Cumhurbaşkanlığı kararı” Ayasofya’yı cami olarak ibadete açarsınız, olur biter. Bence bu konuda bütün mesele şu soruda gizli: Bu vatan kimin? 1071’de, 1453’te ve sonraki tarihlerde pek çok savaşta ve bu vatanı korumak için yapılan harekâtlarda şehit düşen ve gazi olanların ve onların torunlarının, onların mirasına sahip çıkanların mı? Cevap “Evet!” ise, artık edebiyatı bir tarafı bırakın, Ayasofya’yı -içerisinde beş vakit namaz kılınmak üzere- cami olarak ibadete açın! Mesele bu kadar basit…