İffet ve hayâ timsali ninelerimiz, tesettüre riâyet etmeyen, açık saçık giyinen birini gördü mü, “Başımıza taş yağacak!” derlerdi. O eli öpülesi mübarek büyüklerimiz, Allahu Teâlâ’nın hükümlerinin çiğnendiğini görünce, “Başımıza bir gelecek var!” diye tepkilerini ortaya kor ve o fiilleri kerih gördüklerini belli ederlerdi.
“Rabbimiz Kur’an-ı Azimüşşân’da tekrar be tekrar; “Lillâhi mâ fi’s semâvâti vemâ fi’l ardi” [Semavat ve arada bulunanların hepsi Allah’ın mülküdür.] (Bakara / 284) “Velillehi mâ fi’s semavati vemâ fi’l ardi”
[Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır] (Âl-i İmran / 109) buyurur.
Bu kâinat ve bu kâinatın harâbiyetinden sonra ebediyen var olacak olan âhiret yurdu (Cennet ve Cehennem) Allah’ın mülküdür. Üzerinde yaşadığımız ve adına Anadolu denilen yurdumuz da Allah’ın mülküdür. Rabbimiz (cc) 1071’de Sultan Alparslan ve emrindeki mücâhit tâifesini vesile kılarak bu beldeyi Müslüman kullarına yurt olarak ihsan buyurmuştur. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletleri, Kur’an’ı anayasa edinerek bu topraklarda hükmetmişlerdir. Daha sonra Osman Gâzi adlı namdar ve yiğit bir mü’min bir gece misafireten bulunduğu evde duvarda Kur’an-ı Kerim’in asılı olduğu görünce, ayağını uzatıp yatmaktan hayâ etmiş ve sabaha kadar hem teheccüd namazı kılmış, hem Kur’an-ı Kerim okumuş, böylece Kelam-ı İlâhi’ye saygı ile geceyi geçirmiştir. Cenab-ı Hak da kutlu kitabına bu tâzimatı yapan kuluna muhteşem bir devlet kurmasını nasip etmiş ve Osman Gazi’nin kurucusu olduğu devlet 600 sene muammer olmuştur. İşte bu muhteşem devletin anayasası da tıpkı Selçuklu devletlerinde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim idi. Yedi düvelle savaş verdiğimiz yıllarda ve Kurtuluş Savaşı esnasında ve sonrasında da böyle idi. Kurtuluş Savaşı için asker toplayan TBMM irşad heyeti üyeleri, halka; “Yunan gâvuru başınıza şapka giydirecek, Kur’an’ı apteshane kâğıdı yapacak!” diyor, bunu duyan Anadolu halkı, yaralı aslan gibi kükrüyor ve cepheye koşuyordu.
Kur’an’ın hâkimiyeti için canını fedâ eden bir neslin torunları bugün Kur’an-ı Kerim’e tekme atar hale gelmiş. O iffetli, hayâlı, imanlı ninelerimiz bu durumu görseler ne derlerdi? Sadece bu mu? Bin yıl İslâm’a hizmet etmiş kahraman ve şehit insanların diyarında Allah’ın haram kıldıkları ve geçmiş peygamberlerin şiddetle cezalandırıldığı bütün pis fiiller alenen işleniyor. (En son Bebek sahilinde bir çift, hayvanlar gibi insanların gözü önünde o iğrenç fiili işlemişlerdi.) Nasıl olsa zina serbest, nasıl olsa caydırıcı bir müeyyide yok!..
İşin en acı tarafı şu: Sayın ilgililer, “AB istedi diye binlerce kanun yaptık” diyorlar. “AB istedi diye zinayı suç olmaktan çıkarttık” diyorlar. AB, yani Avrupa Birliği istedi diye daha neler neler yapıyorlar (İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca çıkarılan bir düzine kanunlar gibi…) da… Bu kâinatın sâhibi olan Allahu Azimüşşan’ın bir tek kanununu kabul etmiyorlar. Aslında oturup hüngür hüngür ağlamamız lazım: Şu İslâm memleketinde kanun olarak Allah’ın bir tek kanunu uygulanmıyor.
Kimi, Kur’an’a tekme atılmasına karşı, “Kur’an’ı Koruma Kanunu çıkarılsın” diyor. Ne boş bir söz. Rabbimiz (cc), “İnne nahnu nezzelne’z zikra ve inna lehü lehâfizûn” [Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik. Kesinlikle onun (Kur’an’ın) koruyucusu da biziz”] (Hicr / 9) buyuruyor. Kur’an-ı Azimüşşân’ın koruyucu Allahu Teâlâ’dır. Kur’an’a karşı edepsizlik edenleri cezalandırmak ise zaten devletin vazifesidir. Asıl sorgulanması gereken, şehid ve gâzi ecdâdımızın mücadele verdiği o devrede hükümferma olan Ahkâm-ı İlâhinin şimdi neden uygulanmadığıdır. Sofi kardeşler, gelin bunu sorgulayalım ve bunun üzerinde düşünelim.
Haa, “Ben düşünmem. Dizi filmleri seyrederim. Futbol maçlarını tâkip ederim. Kebabımı yellerim, baklavamı yerim, keyfime bakarım!” diyorsanız. Size diyeceğimiz bir şey yok. O vakit, başınıza bir gelecek var demektir.